"Aleviliğin Dünü Bugünü" konulu proje çalışmasının proje koordinatörü Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut, "Aleviler Türkiye'deki nüfus oranlarının yoğunluğu sebebiyle birtakım taleplerini yerine getirebiliyorsa, yarın Mevleviler, Kadiriler ya da Nakşibendiler de benzer taleplerde bulunursa, o zaman mesele ne olacak." dedi.
Almanya'da Aleviliğin din dersi olarak okullarda okutulmasına başlandığı bugünlerde, Sakarya Üniversitesi tarafından başlatılan "Aleviliğin Dünü Bugünü" konulu proje çalışmasında farklı üniversitelerden 30 akademisyen görev alıyor. Çalışmanın koordinatörlüğünü üstlenen Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut, ihtiyaç üzerine Alevlikle ilgili bir çalışma başlattıklarını söyledi. Aleviliğin İslam'ın tam ortasında olduğunu belirten Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut, "Alevilik, İslam mezheplerinden etkilenmiş, Türklere özgü yapısı olan, mezhep demekte de biraz zorlandığımız ama Türklerin örfüne uygun bir yapılanmadır. Aleviliğin tanımı ve içeri konusunda da epey bir karmaşa var. Bunun tanımlanması gerekiyor bunu da yapması gereken kimseler bugün Alevi kesiminde önder olan, bu işlerle uğraşan akademisyenler olacaktır. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Alevilik İslamiyet'in tam ortasında içindedir." dedi. Anadolu'da Sünni ve Alevi ayrışmasında siyasi bir arka planının olduğunu kaydeden Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut, "Bunu da Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail mücadelesiyle çok net bir şekilde görüyoruz. Anadolu'daki Türkmenler ekonomik ve sosyal beklentilerle Şah İsmail yani Safevi devletine meyletti. Safevi tekkesinin talipleri olduklarından kendilerine siyasi bir içerik olarak Kızılbaş ismi verilmişti. O dönemde kullanılan bu terim kesinlikle siyasi bir isimdir. İçerinde herhangi bir içerik yoktur. Özellikle 19. ve 20. asırda Kızılbaş kavramı beraberinde Rafizi kavramı kullanılmaz oldu içeriğinden dolayı. Bunun yerine Alevi kavramı kullanır oldu. Bugün Alevilik dediğimiz şey söz konusu siyasi çekişmelerin sonucundaki ayrışmanın mahsulüdür. Dini bir içerik taşımayan bu ayrışma, zamanla beraberinde dini birtakım argümanları da getirdi ve bu şekildeki Alevi-Sünni ayrışması karşımıza çıktı. Bektaşilik ve Aleviliği birlikte düşündüğümüzde Bektaşilik'teki uygulamaların bir şekilde Aleviliğe de yansıdığını gayet tabii söyleyebiliriz. Bu açıdan Aleviliği de bir tasavvufi bir akım olarak görmemiz mümkündür. Zaten akademik çevrelerde bu şekilde nitelendirmeler vardı" diye konuştu.
Avrupa Birliği süreciyle Alevi kesimin kendilerini daha rahat ifade ettiğini söyleyen Halil İbrahim Bulut, "Anadolu'daki Alevi yapılanması ile Avrupa'daki alevi federasyonları değerlendirdiğimizde, Almayan ve Fransa'daki Alevi federasyonlarının çok tehlikeli bir yola girdiklerini söyleyebiliriz. Avrupa Alevi federasyonlarının Aleviliğin İslamiyet'ten farklı bir din olduğu şeklinde bir takım marjinal iddiaları var. Bunu Aleviliği bilen bir kişinin savunması mümkün değil." ifadelerini kullandı.
Din Kültürü Derslerinde Alevilik
Alevilerin din dersiyle ilgili bazı taleplerinin olduğunu vurgulayan Bulut, "Bugün Türkiye'de ses getiren, sesleri diğerlerinden daha fazla çıkan kesimler var. Bunlar din kültürü dersine karşı çıkmaktadır. Halbuki Aleviliğin asıl bünyesini oluşturan biraz daha muhafazakar diyebildiğimiz kesim, din kültürü dersini reddetmek söyle dursun muhakkak olması gerektiğini, geçlerimize dini bilgilerin muhakkak verilmesi gerektiğini söylemektedirler. Bu kesimin din kültürü dersinde Aleviliğe biraz daha fazla yer verilmesi talebi var. Bu anlaşılabilir, kabul edilebilir bir şeydir. Nitekim son dönemlerde hazırlanan din kültürü dersi kitaplarında Hz. Ali'nin yanı sıra Hacı Bektaşi Veli'ye ve diğer önemli şahsiyetlere yer verildiğini görmekteyiz. Ancak bundan şöyle bir sakınca dile getiriliyor: Alevilik tasavvufi bir harekettir, bir meşreptir. Böyle olduğuna göre, bugün Alevililer Türkiye'deki nüfus oranlarının yoğunluğu sebebiyle birtakım taleplerini yerine getirebiliyorsa, yarın Mevleviler, Kadiriler ya da Nakşibendiler de benzer taleplerde bulunursa, o zaman mesele ne olacak? Bu da işin çıkmaz yönlerindendir." dedi.
Cem evlerinin 1940'larda kurulduğunu kaydeden Bulut, "Tarihi sürece baktığımızda Mevleviler için Mevlevihane'nin durumu, pozisyonu ne ise Bektaşiler için de Bektaşi dergahları aynı konumdaydı. Cumhuriyet kuruluğunda tekke ve zaviyeler kapatıldığında, bütün tarikatlar dergahlarını kapatmak durumda kaldı. 1940'larda kurulmaya başlanan cem evi, cumhuriyetçi eğitim merkezleri kısa yazılışıdır. Bektaşiler ve Aleviler, 40'lı yıllarda biraz daha fikir özgürlüğünün olduğu dönemlerde, mahalle kulüpleri ya da halk evi yapılanması türünden cem evlerini kurmaya başladılar. Cem evlerinin varlığına kimsenin itirazı yok. Cem evlerine gidip alevi vatandaşlarımızın orada birtakım ayinler yapmalarına kimsenin itirazını olduğunu sanmıyorum. Ama buradaki sıkıntı cem evlerinin statüsüyle alakalıdır. Alevi kesim, özellikle belli bir kesim, cem evlerinin Alevilerin ibadethanesini olduğunu iddia etmektedir ki, bu çok tehlikeli çok sıkıntılı bir iddiadır. Çünkü İslamiyet'in içinde tek bir ibadethane vardır. O da camidir. Sünni'si, Şii'si, Haricisi ve Cebrisi ile bütün mezheplerin ortak kanaati, ortak fikri caminin İslamiyet'in ibadethanesi olduğudur. İslamiyet'in içinde kaldığı halde 2. bir ibadethaneyi paylaşan 2. bir ibadethane talebinde bulunan bir mezhep, bir ekolden bahsedemezsiniz." diye konuştu.