Sakarya Adelet Girişimi Başörtüsü Platformu 178. kez bir araya gelerek Gazzedeki onurlu direnişi ve son haftanın gündemini değerlendirdi.
Arap yönetimlerinin işbirlikçi siyasetleri şiddetle reddedildi.Türkiye'nin işgale karşı gösterdiği tepkinin Mahmud Abbas'ın Türkiye ziyareti ile anlamını yitireceği vurgulandı.
Recep Tayyip Erdoğa'nın sözlü tepkisinin yeterli olmadığı somut olarak İsraille ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi belirtildi. Son olarak başörtüsü zulmünün devam ettiği ve İsrail 'in Filistin zulmünün sürekli gündemde tutulması çağrısı yapıldı.
Başörtüsü direnişimizin 4. yıllında zillet bizden uzaktır, zalimlere meyletmeyin yoksa sizede ateş dokunur, hain Abbas Türkiyeden defol, işbirlikçi hainler hesap verecek pankartlarının açılıp dövizlerinin taşındığı ve Hamas bayrağının açıldığı eylemde Hamasa selam direnişe devam, hain Abbas Türkiyeden defol, işbirlikçi hainler hesap verecek sloganlarının atıldığı eyleme haftaya buluşmak üzere son verildi. SAGİR adına Diriliş Saati Dergisinden Ömer Faruk Şimşek'in okuduğu açıklamanın tam metni ise şu şekilde;
İşbirlikçi Mahmud Abbas, Filistin Halkının Temsil Makamı Değildir
23 günlük efsanevi direnişin ardından Gazze daha da güçlenmiş olarak, dimdik ayakta… Ve dünyaya onur dersi vermeye devam ediyor. Siyonist İsrail’in kafası ise hala karışık. Saldırılara açık bir hedef belirleyemiyor. Halkın çoğunluğunun oyunu alarak iktidara gelmiş olan Hamas yönetimini ortadan kaldırmaktan, Hamas’ın gönderdiği roketleri durdurmaktan bahsederek oylamaya çalışıyor dünyayı. Fakat tüm halklar biliyor ki bu fütursuz vahşetin tek amacı, Siyonist proje önündeki engelleri tek tek ortadan kaldırmaktır. İsrail’in genel seçimlerine sadece birkaç gün kalmışken tüm partiler, Siyonist halkın gözüne girebilmek, oylarını alabilmek için birbirleriyle ‘en vahşi olmak’ konusunda yarışıyorlar. Şu anda iktidarda olan parti yeterince sert olmamakla suçlanırken, bazı partiler Gazze’ye atom bombası atacaklarını vaat ediyor halkına. Gazze’nin Hiroşima gibi olması, Müslüman Filistin halkının Nil Nehri’ne dökülmesi hayalleri bile bazı dindar ve insancıl Yahudiler dışındaki halkı coşturmak için yeterli oluyor.
Gün geçtikçe, İsrail’in Filistin’de uyguladığı vahşet daha fazla gün yüzüne çıkıyor. Daha önce, Cenevre Sözleşmesi’nde yürürlüğe konan savaş kuralları dâhilinde kullanımı yasak olan fosfor bombasının kullanıldığı belgelenmişti. Şimdi ise yine kullanımı yasak olan, aynı anda birçok insana zarar verebilen çivi bombası kullanıldığı ortaya çıktı.
Tüm dünya bu sınır tanımaz zulme şahitlik ediyor. Kimi ülkeler sessiz kalarak bu vahşete ortak oluyor, kimileri ise alkışlayarak... Gazze savaşı ile bir kez daha, İslam ülkelerindeki ‘piyon rejimler’in görevlerini ne de güzel yerine getirdiklerini gördük. Bizler, her ne kadar Siyonist barbarlığın yapısını sağlam bir temel üzerine oturtarak tanımlayabilsek de, Müslümanlara ihanet eden ‘Arap rejimler’in gerçek tabiatlarını daha az biliyoruz. Allah Rasulü(s.a.v.)’nün 1400 yıl önce Müşriklerin kontrolü altındaki Mekke’de karşı karşıya kaldığı durumlarla, bugün Ortadoğu’daki Arap yöneticilerin Hamas’a ve Gazze’deki Filistinlilere karşı takınmış oldukları tutumlar arasında çarpıcı paralellikler bulunmaktadır. Bilhassa, İsrail’in Gazze’deki saldırı ve işgalleri ile müşriklerin nübüvvetin 7. yılından 10. yılına kadar Şi’bi Ebi Talip’te Müslümanları muhasara altına almaları arasında gözle görülür benzerlikler bulunmaktadır. Tıpkı, Arap yöneticilerin bugün Filistinlilere yaptığı gibi, o zaman da Rasulullah(s.a.v)’ın akrabaları olan Ebu Leheb ve hanımı Ümmü Cemil, Peygambere ve ashabına ihanet ederek, yüzüstü bıraktılar. Aslında, bugünkü yöneticiler çok daha vahim durumdalar: Ebu Leheb ve hanımı hiç olmazsa açık bir şekilde düşmanlıklarını ortaya koyuyorlardı ve bunu hiçbir zaman gizlemiyorlardı; oysa bugünkü Arap yöneticiler, Müslüman olmalarını iddia etmelerine rağmen, onların davranış ve tutumları, Müslümanlardan ziyade müşriklere daha yakın görünüyor.
Bugün Filistin konusunda uygulanan bu yıkımın en büyük ortaklarından biri Mısır yönetimidir. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek “Direniş, zaferlerini ve kayıplarını göz önüne almalıdır. Halkı karşısında sorumludur. Sadece kazanımlardan değil, sebep olduğu kurbanlar, acı ve yıkımlardan da sorumludur Bunlar (Hamas ve diğer Filistinli direnişçi gruplar) İsrail saldırısından, mevcut Filistin ve Arap durumundan yeni bir vaziyet çıkarmak için istifade etmek istiyorlar. Bu yeni hal, eşitliği bozacak ve bölgedeki istikrarı bilinen bölge güçlerinin lehine, kendi gündemlerini gerçekleştirmeleri için değiştirecektir” sözleriyle kimin yanında olduğunu çok net bir şekilde ifade etmiştir.
Ayrıca Refah Sınır Kapısı’nı kapatma kararı, tünellerle ilgili arama çalışmalarını yoğunlaştırması ve tespit edebildiği çıkış noktalarını bombalaması, Mısır Yönetiminin, cephede açıkça kaybeden Siyonist devlete nasıl destek verdiğini gözler önüne seriyor. Bir yandan da arabuluculuk misyonu ile aslında Filistin halkının yanında olduğuna inandırmaya çalışıyor insanları. Yezit’in ordularının komutanı Ömer bin Saad da Hz. Hüseyin’e: “ey Hüseyin, kalbim seninle ama ordularım Yezit’le” demişti. Bugün Mübarek açıkça Ömer bin Saad’ın rolünü oynuyor.
Diğer Arap yöneticiler de, Filistin halkının çektiği acılar karşısındaki umursamazlıklarıyla, bu konuda aynı oranda suçludurlar. Arap Birliği’nin, 31 Aralık’taki Kahire buluşmasında, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud El-Faysal, Filistin konusunda şöyle bir mazeret ileri sürdü: “Eğer Filistinliler bir liderin arkasında birleşebilselerdi, bu berbat katliam meydana gelmeyebilirdi”. Ve Faysal, sözlerine ahkâm keserek devam etti: “Eğer siz, birbirinize şefkat elinizi uzatmazsanız, sizin Arap kardeşleriniz de size gerçek yardım elini uzatmayacaktır”. Bu açıklama tam bir ikiyüzlülüktür. Suud rejimi, Filistinliler arasında bölünmelerin oluşması noktasında doğrudan sorumludur. Suud rejimi ve istihbarat servisi, kralın servetini Filistinlilerin acılarını dindirmek için değil, ifsad olmuş Filistin Yönetimi’ni Hamas’a karşı finanse etmek için kullandı. Bu sözüm ona “Filistin Yönetimi”, Filistin halkı tarafından reddedilmiştir; fakat, Amerika ve İsrail, bu yönetimi desteklediği için, Suudiler de, bu kukla yönetimi desteklemektedirler.
Ve bugün, biz kukla Filistin yönetiminin sözde Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye’de devlet kademesinde ağırlanması utancını yaşıyoruz. Evet, Filistinlilerin acılarını dindirmek için bağışlanan paraları çalmanın yanı sıra, tek hedefinin İsrail’in emirlerini yerine getirmek olduğu görülen bu ‘devşirme yönetimin’ lideri bugün Türkiye’ye ziyaret gerçekleştiriyor. Bizler, geriye dönüp baktığımız zaman Mahmud Abbas ismini hep ihanetlerle, işbirlikleriyle hatırlıyoruz. Filistinlilerin dahi kendi yöneticisi olarak kabul etmediği bu şahsın, sırf Amerika ve İsrail destekliyor diye, uluslar arası politikada Filistin’in meşru yöneticisi olarak lanse edilmesi ve bir lider edası ile karşılamaların yapılacak olması, Filistin meşru Hükümeti Hamas’a yapılabilecek en büyük ihanettir. Adaleti savunan Müslümanlar olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki çıkışını takdir ettiğimizi ifade etmeliyiz.
Lakin, bu çıkışın bir devamı olmak zorundadır. Aksi halde, bu açıklamaları samimiyet testine tabi tutmak zorunlu olacaktır. Zira, bugün Mahmud Abbas’ın bu ülkeye adım atabilmesi, yapılan bunca açıklamanın bir çırpıda silinebilmesine sebebiyet verebilir. Şifahi olarak verilen bu tepkinin fiili olarak da vuku bulmasını, Siyonist devletle Türkiye ilişkilerinin tekrar gündeme alınmasını bekliyoruz. Bu sebeple, bizler bir kez daha şu hatırlatmayı yapmak istiyoruz ki, eğer Filistin halkının acılarını dindirmek, kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermek istiyorsak; öncelikle onların seçimine saygı duymalı; onların gerçek liderlerini muhatap almalı ve katil İsrail ile olan tüm ilişkileri sona erdirmeliyiz. Bu hususta, bizler de sivil toplum kuruluşları olarak, kendimizin neler yapabileceğimizle hemhal olmalı, bu konuya yoğunlaşmalıyız.
Gazze’de onca yıkıntının arasında cennet kokusu var bugün. İnsanlarda şahadete yakınlığın huzuru, şehit vermiş olmanın onuru ve alınlarında secde izi var. Manevi olarak dünyanın en güçlü mevkisi iken, maddi imkânsızlıklar ve ekonomik ambargo ile boğuşuyor kardeşlerimiz. Yavaşça ilerleyen bir ölüm sürecine hapsedilmiş durumdalar. En çok şimdi ihtiyaçları var yardımlarımıza. Bu noktada, yardım kuruluşlarını desteklemeye, bağışlarımızı artırarak devam etmeliyiz. Ambargonun kaldırılması için tüm çabamızı ortaya koymalıyız. En önemlisi, yoğun ya da hafif olarak devam eden İsrail baskılarına karşı bilincimizi uyanık tutmalı, gündemimizden asla düşürmemeliyiz. Zira gündemimizden düşen, fakat uygulanmaya devam eden her zulüm, zamanla alışılagelen, yok sayılan, sıradan bir olay haline bürünüyor, tıpkı başörtüsü zulmü gibi.
Hala yaşanan başörtüsü sorunu, Türkiye’nin alnında kara bir leke olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu mesele sosyolojik, kültürel, hukuksal hatta ekonomik olarak değerlendirilebilir. Ama biz, bu durumu Allah’ın emri olduğu için önemsiyoruz. Tüm ilahi emirlerin amacı; can, akıl, nesil ve mal emniyetinin korunmasıdır. Zira tüm bu unsurlara emanet olarak bakılması gerekir. Emanet olarak bakan ise, emanetin sahibinin koyduğu sınırlara riayet eder. Başörtüsü; emanete riayet etmek isteyen kadın için kapıdır, işarettir, korunaktır. Ve başörtüsü, kadının mezuniyeti, kariyeri, tahsil ettiği okulun icazetnamesidir. Tesettür, kadını Meryem kılan işarettir, onurudur. Bu onuru üzerinde taşımaktan şeref duyan, onu kanının son damlasına kadar korumaya yemin etmiş müminlere ve yıllardır yaşanan bu zulmü ortadan kaldıracağı gün, Rabbimizin yanında safını belirleyen izzetli kullara selam olsun…