Demokrasi bir oyun değildir. Hele bizim gibi, bürokratik vesayetin yıllardır sivil iradeyi teslim aldığı, ikinci plana ittiği, kullandığı bir ülkede artık tek bir oy bile çok kıymetlidir.
Düşününüz, daha birkaç gün önce bir eski genelkurmay başkanının sözlerinde şu vardı: "Halk cahil, cumhurbaşkanını halkın seçmesi kadar tehlikeli bir şey yok. Daha 25-30 sene askerin himayesinde gitmesi lazım demokrasinin, Türkiye'nin... Ülke bu vaziyete gelirse askerin müdahale etmesi lazım."
Bu seçimler, tarihî bir kavşak noktasında, önümüze şu tercihi koyuyor: Ya demokrasi, ya bürokratik vesayet... Ya yeni ufuklar, ya statüko... Ya Ergenekon'dan çıkış, ya hukuk dışındaki çetelere teslimiyet...
Hatta mihenk taşı öylesine anlamlı ki, ya Türkiye'nin önü açılacak, bölgesinde ve dünyada itibarlı bir ülke olarak büyük yolculuğuna devam edecek. Ya da bir kaosun içine yuvarlanıp mecalsiz kalacak. 30 Mart sabahından itibaren ya umutlar daha da yeşerecek, ya da karamsarlık, koskoca bir toplumu, geleceği parlak bir ülkeyi, esir alacak.
Türkiye, göstermelik demokrasiden, gerçek ve ileri demokrasiye geçme imkân ve fırsatını, hiç bu seçimde yakaladığı kadar, yakalamamıştı... Demokrasi isteyenlerin eli hiç bu kadar kuvvetli olmamıştı. Vesayet sahipleri, hiç bu kadar köşeye sıkışmamıştı. Hiç bu kadar takatsiz kalıp, telaşa kapılmamışlardı. Hiç bu kadar endişeli olmamışlar, hiç bu kadar elleri ayaklarına dolaşmamıştı. Boks diliyle söylersek, sığ ve kibirli zihniyet için bu bir grogi durumudur ve cahil dedikleri halkın sandıktaki indirici yumruğu, onları yere serecektir. Değilse, yeniden toparlanacak, yeniden ayağa kalkacak ve intikam ateşiyle yanıp tutuşacaklardır. Daha acımasız, daha gözlerini kan bürümüş olarak geri döneceklerdir...
Şimdi sadece dilimizde dua, elimizde oyumuz var.
Bu seçim, bu milletin geleceğini ilgilendiriyor. Bu millet çeyrek asırdır, kendi ruh ve mana köklerine sarılarak, çağı doğru okuyarak, insanî değerler zemininde buluşup dünya ile entegre olma yolunda epey mesafe kat etti. Artık, devletler muvazenesinde hak ettiği yerde olmak için, dünyanın her yerinde bayrağı dalgalanan bir Türkiye var. Artık bu aziz milletin, kendisini tanıtan, sevdiren, gönüllere giren temsilcileri var. Dili, dini, rengi farklı gönüllerde muhabbetimiz, dillerinde şarkılarımız, türkülerimiz var. Artık bizim, bir destanımız, çağa söyleyeceklerimiz var. Yolumuzun üzerine gulyabanilerin dikilmesine fırsat verip, bu destanı yarıda bıraktıramayız. Sesimize ses katmak için yollara düşenlerin hayallerini yıkamayız.
Bu seçimleri önemli saymak, asla siyasete bulaşmak değildir. Bir milletin geleceği söz konusu olduğunda, bir mefkûrenin istikbali söz konusu olduğunda, dava insanları kayıtsız kalamazlar. Rotasından çıkacak koskoca bir transatlantik için eğer benim bir rolüm, görevim, ağırlığım, sözüm, fikrim varsa bunu söyler, yapar sonra da işime bakarım. Böyle düşünenlerin, insanlarla, partilerle, particilikle işi olmaz. Falan gitsin, filan kalsın, hesaplarının içinde yer almazlar. Falanı seviyorum, filanı sevmiyorum demezler. Sadece şuna bakarlar: Kim, değerlerimize saygılı? Kim, kalbî ve ruhî hayatımızı hesaba katıyor? Kim, bu milletin dirilişini ciddiye alıyor, önemsiyor? Kim bu aydınlık yürüyüşte, bu milletin gücüne güç katar?
Bu büyük yürüyüş, demokrasi ile olur. İnsan haklarına ve özgürlüklere sahip çıkmakla olur. Hukukun üstünlüğünü sağlamakla olur. Herkesin hesap vermesini sağlamakla olur. Herkesin adalet önünde eşit yurttaşlar olarak durmasıyla olur. Bunun için oy vermeliyiz...
Darbecilere geçit vermek istemiyorsak sandık başına. Vesayetçilerin cesaretini kırmak istiyorsak sandık başına. Faili meçhul cinayetlerle, suikastlarla, komplolarla bu milleti Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-dindar diye ayırıp, birbirine düşürmek isteyenlere fırsat vermek istemiyorsak sandık başına. Ölüm çukurlarının bir daha açılmasını istemiyorsak, devlet gibi bir devlet, anayasa gibi bir anayasa, hukuk gibi bir hukuk, medya gibi bir medya istiyorsak sandık başına...
Hiçbir seçim, 29 Mart'taki kadar önemli olmamıştır.
Hüseyin Gülerce
Zaman Gazetesi