Sakarya Güzel Sanatlar Derneği üyeleri, ilin güzelliklerini fotoğraflarken aynı zamanda bu güzelliği yok edecek nitelikteki girişimleri de kamuoyuna duyurma, destek alma çalışmaları da yapıyor.
Dernek Başkanı Cihat Çavdar, 28 Nisan Salı günü saat 18.00’de dernek binasında açacakları serginin amacını şöyle anlattı:
‘’SAGÜSAD 12 Nisan 2009 Pazar günü Geyve'nin Akıncı Köyü'ne bir gezi düzenledi. Gezinin amacı, köyün arazisi içine kurulması planlanan iki taşocağına tepki gösteren köy halkına destek vermekti. Bunun için yörenin doğal ve kültürel varlıklarının fotoğraflarla belgelenmesi gerekiyordu. Bu çağrıya duyarlılık gösterdik. Dernek üyeleri, gün boyu köyün gönüllü rehberleri eşliğinde, köyün mahallelerini, vadilerini dolaştılar. Yöre halkıyla sohbet ettiler. Bol bol da fotoğraf çektiler. Öğle yemeği, köy kadınlarının kendi elleriyle hazırladıkları birbirinden nefis, çeşitli yöresel yiyeceklerden oluşuyordu.Bu güzelliklerin yok olmaması için elimizden geleni yapma kararı aldık.
Fotoğraf Sergisi
Akıncı Köyü ve çevresini belgeleyen SAGÜSAD üyelerinin fotoğrafları derneğin sergi salonunda sergilenecek. Açılışta, Akıncı Köyü'nden gelecek konuklar ve Alifuatpaşa Cumhuriyet İlköğretim Okulu halkoyunları ekibi de yer alacak. Bu ekip, her yıl düzenlenen Valilik Kupası Halk Oyunları İl Birinciliği yarışmalarında bu yıl, Yıldızlar Geleneksel Kategorisinde Sakarya birincisi oldu.
Açılış: 28 Nisan 2009 Salı Saat: 18.00 Sakarya’nın güzelliklerine sahip çıkan tüm Sakaryalıları zamanlarını ayırıp sergimizi gezmeye davet ediyoruz. Açılış saatini mesai bitimine denk getirdik ki, zaman sorunu olmasın. Konuklarımız zaman ayırmaya değecek bir sergi olduğunu görecekler’’
Adres: SAGÜSAD (Sakarya Güzel Sanatlar Derneği), Orta Mah. Eski Hendek Cad. 19/A, Adapazarı. Tel: 0 264 2740940
SAGÜSAD yetkililerinin bizimle paylaştığı söyleşiyi sizlere aktarıyoruz;
Taşocağı istemiyoruz köyümüze!
SAGÜSAD'ın (Sakarya Güzel Sanatlar Derneği) bu ayki gezisi Geyve'nin Akıncı Köyü'ne. Bir sorunu var köyün: Taşocağı.
Biri durdurulmuş, ama pusuda. İkinci de sırada. Aşağıda, çalışır durumda olan eski ocağa şimdilik bir şey demiyorlar.
Kamuran Tan ve eşi Ayşe Tan'la önceden sözleştiğimiz yolağzında buluşuyoruz. Onu da minibüsümüze davet ediyoruz. Amacımız, epey yukarıdaki Akıncı Köyü'ne kadar yol boyunca kendisinden bilgi almak.
Yanımız yöremiz orman. Bir aya kalmaz, ağaçlar yapraklanır, görünmez olur yer. Sarıçiçekler serpilmiş şimdilik görüntüye. İşte bahar!
Ta uzakta, eski köy evlerinden küçük kümeler. Havada "sevinç" var…
Kamuran Tan, polis emeklisi… Özel güvenlik görevlisi yetiştiriyor şimdi. Eğitmen. Konuşmasından da belli…
— "Bizim çizdiğimiz yol haritasındaki hedefimiz, bu güzelliklerin tarihi miras kimliğine bürünmesiydi. Umuyoruz ki sizlerin de desteğiyle başaracağız.
Şuralara yüzlerce, hatta binlerce söğüt, kavak, çınar ağacı diktik, imece usulüyle. Ne yazık ki durduramadık. Heyelan hâlâ devam ediyor."
Kamuran Bey, 2002 yılından beri bu köydeymiş. Aslında Akyazılı. Emekli olunca buraya yerleşmiş.
— "Buranın coğrafyası, gerçekten dünya harikası… Endemik bitki çeşitliliği bakımından çok zengin bir bölge. Yaşanacak yer burası. Heyelanlara rağmen, aşağıdaki taşocağının faal olmasına rağmen… Taşocağına izin verilirse başka bir tehlike daha bekliyor bizleri… Şu gördüğünüz temel, bir tavukhane temeli. Burada 99 depreminden önce haziran ayında bir sel oluyor. Bölge çok kuvvetli yağmurlar alan bir bölge. Buradaki binayı sel alıyor, D–125 karayoluna sürüklüyor, yol saatlerce trafiğe kapalı kalıyor. Kısa süre de olsa Sakarya Nehri'ni tersine akıtıyor. Bu olay resmi kayıtlarda var. Yani buradaki ağaçlarla oynanırsa sadece heyelan değil, sel tehlikesi de artacak. Köyümüz 7 mahalle. Bütün mahallelerde eski yapıları görmek mümkün. Okulumuz yok. Taşımalı eğitime tabiyiz. Çocuklarımızı Alifuatpaşa'ya gönderiyoruz."
İlerde solda bir çeşme var orada duracağız. Bayağı eski bir evin önündeyiz.
— "Buralarda 24 saat insan yaşadığını biz anlatamıyoruz. Lütfen siz anlatın." diyor Kamuran Bey.
Çok dostça, çok renkli bir karşılama… Üç kuşak bir arada. Fotoğraf çekmemizi bekliyorlar. Köyleri taşocağına kurban edilmesin istiyorlar. Bilinçliler. Epey konuşmuş anlaşılan, Kamuran Tan.
Çekiyoruz biz de. Ana kucağında bebekleri, çocukları, bastonlu dedeyi, pencereden bakan nineyi…
Maksudiye'de organik tarım yapan arkadaşımız Berin Ertürk, yolun alt yanındaki tuğla evi çok beğeniyor. Biz küçükleri çekerken o da anneleriyle muhabbette:
— "Çok eski bu ev herhalde. Ah, ben de böyle tuğla bulsam da ev yaptırsam! Eski tuğla bunlar. Şimdikiler gibi içi boş değil. Rutubet yapmaz. Kolay ısıtırsın…"
— "Depremden de korkmuyoruz biz bu evlerde. Buraları ev doluydu, depremde hepsi yıkıldı. Bunlara bir şey olmadı."
— "Gürül gürül sular akıyor, ne güzel!" diyorum.
— "Bunlar kar suyu" diyor. "Bir ay sonra hiç göremezsin."
Kuş cıvıltıları, çocuk sesleri… Miniminiler evin önüne dizilip bize poz veriyorlar. "Niye geldiniz siz?" deyiveriyor biri, sıkkın. Demin kıkırdayıp duruyordun ya, yumurcak!
Kamuran Bey, bize köyün en eski ikinci evinin içini gösterecek. "Çok enteresan özellikleri var, göreceksiniz bakınca" diyor. Merak ediyoruz. Keşke galoş alsaydık yanımıza, diyoruz. Zor geliyor nedense, botların bağlarını çözmek. Bir merdivenden inip geniş bir odaya giriyoruz. İçerisi loş. Küçük pencereden vuran ışık, sedire oturmuş teyzenin yüzünün bir yanını aydınlatıyor… Elini çenesine dayamış da dışarıyı seyrediyormuş… Düşüncelere dalmışmış. Bir de şuradaki sedire otursa… Oturuyor, neyse. Arkasındaki duvarda bir tüfek asılı… Bir de duvar halısı. Güzel kareler, güzel… Bakır ibrik, kuzine…
Adını soruyorum teyzenin. Diyor ki "Hanife"… "Hanife Tavşan!". Gülüşüyoruz.
— "Yine gelin! Haydi, güle güle…"
Şenol Ertürk bize rehberlik yapıyor. Yürüyoruz, o arabayla takipte. Yokuş yukarı yorulanı taşıyor. İki hafta önce Sagüsad'a gelmişlerdi Kamuran Bey'le birlikte. Tanışmıştık. Arıcılık da yapılıyor köyde. Yapılmaz mı böyle yerde?
— "Fazla yaklaşmayın, arılar sokabilir. Arılar kızgın!"
‘Galip Abi'yle tanıştırmak istiyor bizi Şenol. ‘Masumiyetin simgesi' imiş. Evinin önünde duruyoruz. Eski evlerden değil. Üç kardeşlermiş. Ablanın gözleri çok güzelmiş, ‘boncuk gibi'. O da gelip merdivene oturuyor. "Hadi çekin bakalım" der gibi.
Şimdi ‘kilise' kalıntısını görmeye gidiyoruz, ama uzaktan. Yanına gitmek saatler sürermiş. Öyleyse uzaktan ne görüp de çekeceğiz, pek seçilmiyor.
Tarihi eser, anıt ağaç, su kaynakları… Akıncı Köyü Şelaleleri ve Vadilerinin Yaşatılması ve Korunması Derneği Başkanı Kamuran Tan, ne varsa hepsini mahkemenin önüne koymak istiyor. "İşte bunlardan dolayı taşocağı ruhsatı verilemez buraya" diyebilmek için.
Bir yerde duruyoruz. "Bu mahallenin tamamı, heyelan nedeniyle Alifuatpaşa'ya yerleştirildi." diyor. Sonradan okudum. ‘Sakarya İli ÇED Raporu'nda da var. İlgili bölümde diyor ki:
"Geyve İlçesine bağlı Akıncılar Köyü'nde 1971 yılında meydana gelen heyelan neticesinde köy, Alifuatpaşa İlçesinin hudutları içerisinde bulunan Akbaba mevkiine taşınmış ve 11 konut yapılarak hak sahiplerine verilmiştir." (Kimi yerde ‘Akıncılar' diye geçiyor köyün adı, ama doğrusu Akıncı imiş.)
Vadiye doğru yürüyüşe geçmeden önce yemek molası veriyoruz. Bulunduğumuz düzlükten vadiyi ve taşocağı ruhsatı verilen tepeyi görüyoruz. Düşünüyorum; "kaç tane Geyve var Allahaşkına, deli mi bunlar?"
Bizim için ne çok hazırlık yapmış, köyün güzel insanları. Ihlamurlar, çaylar kaynıyor kuzinenin üstünde. Uzun bir masa hazırlanıp üzerine dizilmiş yiyecekler iştah açıcı. Dolmalar, börekler, gözlemeler, tatlılar… Bizim getirdiklerimizi de katıyoruz. Bu şölende her şey var; en çok da tatlı dil, güler yüz…
***
Rehberlerimiz Fatih ve Sultan Mehmet Tan kardeşler… Burası olağanüstü bir yürüyüş parkuru: Bir yanı hemen hemen uçurum olan dar patikalar, dik tırmanışlar… Şelaleleri yakından fotoğraflamak isteyenlere dere kıyılarında küçük sürprizler var: Kaygan taşlar, kayalar… Şelalenin yanıbaşında ihtiyar çınar… Ormanda, göz alabildiğine kızılcık, ıhlamur, töngel…
Patika boyunca su boruları izliyor bizi. Tavuk çiftliklerine giden borular. Kaynaktan alıyorlar suyu. Köyün suyuna ortak yani.
Çamurlara yuvarlanmışız, ellerimize dikenler batmış, dereden geçerken düşmüş, ıslanmışız bir güzel. Tamam, artık geldik, derken… bir tırmanış daha!
Ve sonunda gelip kır çiçekleriyle bezenmiş çimenlere seriliyoruz, taşocağına çevirecekleri tepenin tam karşısına!
Gel gör, bak şu büyülü manzaraya… nerelere kayboldun ey Devlet Baba!
Prof. Dr. Ahmet İnam diyor ki; "Çevre hareketinin dayandığı düşünce temeli yeterince işlenmemiştir, eksik ve özürlüdür. Neden mi? Çok basit. Çevre sorunları yalnızca mühendisliğin, teknolojinin ve bazı bilim dallarının çabalarıyla çözümlenecek sorunlar değildir. (…) Yaşayan insanlar salt ‘doğadan' ibaret değildir ki… İnsan kültür yaratan bir varlıktır. Toplumu, sanatı, inançları, tarihi, duyguları… olan bir canlıdır. (…) Bu sorunlar yalnızca mühendis ve bilim adamlarının çözüm önerileriyle ortadan kaldırılamaz. Çevreyi oluşturan çok yönlü ilişkiler ağını kavrayabilecek kültür adamlarına, çevre düşünürlerine gereksinimimiz vardır. Çevre felsefesine zorunluyuz."