Eski Diyanet İşleri Başkanı ve KURAMER Müdürü Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Sakarya Üniversitesi’nde düzenlenen söyleşiye konuk oldu.
SAÜ Akademik ve Sosyal Gelişim Merkezi (SASGEM) ve İlahiyat Fakültesi ile ortaklaşa gerçekleştirilen söyleşinin moderatörlüğünü İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Hülya Terzioğlu yaptı. Hukuk Fakültesi Konferans Salonunda yapılan söyleşide “Modern Dünyada Müslüman Olmak” başlıklı konu ele alındı.
Yrd. Doç. Dr. Hülya Terzioğlu’nun açılış konuşması ile başlayan programın devamında Terzioğlu, Ali Bardakoğlu’na çeşitli sorular yöneltti. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Yrd. Doç. Dr. Terzioğlu’nun sorularına ise şu yanıtları verdi:
“Hülya Terzioğlu: Hocam diyorsunuz ki bir makalenizde, Müslümanlığı İslam’ın aynısı gibi görmek, İslam’ın tarihsel tecrübesini eşleştirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisindeki bağı görmezden gelerek, Müslümanların tarihsel tecrübesini bütünü ile İslam dışı bir olgu, hatta İslam’dan sapma olarak görmek te hatalıdır. Başka bir dengeye adeta bizi davet ediyor. Yani bir güncellemeden mi bahsediyor?
Ali Bardakoğlu: İslam dini ilahi vahyin son halkası olarak geldi ve Hz. Adem ile başlayan vahiy diğer peygamberler üzerinden devam etti. Son peygamber Hz. Muhammed (sav.) ile ilahi vahiy noktalandı. Allah, artık bize güvendiğini ima ederek dedi ki; ‘Bu dini size teslim ediyorum. Kıyamete kadar kendi şartlarınız, imkanlarınız, aklınız, fikriniz ile anlayın, Müslümanca yaşamaya çalışın. Bundan sonra vahiy gelmeyecektir, peygamber gelmeyecektir, Allah’ın kitabı aranızdadır, peygamber sünneti ile siz zaten görüp öğreneceksiniz.’ Sahabe için çok ciddi bir sorun yoktu, çünkü vahiy olayların akabinde geliyordu. Aralarında 23 yıl Hz. Peygamber yaşadı ve sordular öğrendiler. Neyi nasıl yapacaklarını birlikte belirlediler. Ama sorun daha sonra başladı. Kur’an ı kerim ilahi kitap iken metne dönüştü ve kitap olarak sonraki Müslümanlara hitap etti. Peygamber efendimizin sünneti artık aralarında yaşayan canlı bir örnek olmak yerine, rivayet edilen bir hayat olarak intikal etti. Öbür Müslümanların yaşadıkları yeni şartlar, intiba ettikleri yeni durumlar vardı. Irak’ı fethettiler, Mısır’ı fethettiler, başkent Suriye’ye taşındı, sonra Anadolu’ya, Orta Asya’ya sokuldular. Yeni bir ülkeyi fethetmek demek, yeni bir kültür ile karşılaşmak demek. Güçlü iseniz orayı etkilersiniz, zayıf iseniz etkilenirsiniz. Müslümanlar yeni coğrafyalar ile yeni kültürler ile karşılaştıkları zaman şunu yaptılar; okudukları kitap ile öğrendikleri peygamber sünneti ile kendi hayatındaki ihtiyaçlar arasında ilişkiyi kurdular. Kendileri ile Müslümanca hayat yaşamaya çalıştılar. Elbette her toplumun, her bölgenin yaşadığı Müslümanlık içeresinde kendi anlayışları, kültürleri, bakışları falan da vardır. Zaten İslam dini evrensel bir dindir.
H.T.: Hocam makalenizde diyorsunuz ki, ‘Din bütün hayatımızı kuşatan bir rahmet iken belli şekillere ve ibadetlere sıkıştırıldı. Yani, sınırlı alanda belli davranışlara hapsedilmiş bir dindarlıkla yetinerek hızlı bir şekilde dünyevileşiyoruz. Müslümanlar bunu henüz tamamen açık etmese de örtülü laiklik, görsel dindarlık dengesi içinde seyrediyorlardı.’ Ne demek istiyorsunuz? Biraz açıklayabilir misiniz?
A.B.: Hayatımızı kuşatan bir rahmet derken neyi kast ediyoruz? Bir defa yüce yaratanla olan musibeti kast ediyoruz, Hz. Peygamber ile olan ilişkiyi kast ediyoruz. Bu dünyayı Allah’ın hakimiyeti altında görmeyi ve onun sürekli gözetim altında yaşadığımızı kabullenerek yaşamayı kast ediyoruz. İslam ahlakını İslam edebini kast ediyoruz. Yoksa sizin kaç odalı evde oturacağınızı, eşinizin size akşam ne pişireceğinizi veya hangi elbiseyi giyeceğinizi, hangi mesleği seçeceğinizi din belirlemiyor. Hepimiz o özgürlüğü sonuna kadar yaşıyoruz zaten, ama din komşularınızla ilişkilerinizi, ahlakınızı, yani temel ahlak ukdelerinde her zaman önünüze bir ders olarak getiriyor. Peki, biz dünyevi yaşıyor muyuz? Evet, yaşıyoruz. Sekülerizme en büyük eleştiriyi yapan Müslümanlar, hızlı bir şekilde dünyevileşiyor.