Sakarya’daki 477. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde Soma’dan sonra Ermenek’te meydana gelen maden faciasının tesadüf değil, mevcut iktisadi ve siyasi düzenin doğal bir sonucu olduğu söylendi.
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 477. hafta basın açıklamasında, Ermenek’te ve Bartın’da yaşanan madende göçükleri ile Isparta’da meydana gelen trafik kazasında 18 elma işçisinin hayatını kaybetmesi vardı. Sakarya Dayanışma Derneği’nden Kadrican Mendi tarafından okunan açıklamada “Peş peşe gelen bu olaylar tesadüf değil, kaza da değil. Ancak sarsılmanın, kahrolmanın, öfkelenip sonrasında unutmanın, bu büyük yaraya derman olmadığını ve asıl suçluları cezalandırmaya yetmediğini de artık anlamamız gerekiyor.” denilerek, Marmara Depremini sonrasında yaşayanlar hatırlatıldı ve “Binlerce insanın öldüğü, bir o kadarının sakat kaldığı deprem sonrasında, yapım hataları dolayısıyla çöken binaların müteahhitlerine ve bunları denetlemesi gereken devlet yetkililerine verilen herhangi bir cezayı hatırlayan var mı? Denetleme sorumluluğu olan mülki ve idari yetkililerden de ceza alan kimseyi şu ana kadar duymuş değiliz.” ifadeleri kullanıldı.
Açıklamada, ülkedeki ekonomik düzenin en büyük sektörlerinden inşaat sektörü ile iktidarlar arasındaki ilişkiye dikkat çekilerek şu tespitler yapıldı: “Cinayetlerin kahir ekseriyetinin inşaat ve madencilik sektöründe görülmesi; bu iki sektörün iktidarlar tarafından en fazla teşvik gördüğü, sermaye birikiminin en hızlı gerçekleştiği sektörler olması tesadüfi değildir. Sermayenin yüzde yüz değil, yüzde bin kazanma hırsı iktidarlarca teşvik edilmekte, bunun hukuki imkânları özellikle ve öncelikle yandaş gruplar için sağlanmakta, dolayısıyla iktidar güvencesine sahip sermaye, yaptığı işte karını düşürecek en küçük bir tedbir alma ihtiyacı dahi hissetmemektedir. İktidarlar ittifaklarını kaybetmemek, sermayeyi ürkütmemek için, gerekli denetim ve cezalandırma tedbirlerini almamakta, kamera önünde şov yapılıp “ahlar vahlar”la geçiştirilmekte, sonrasında asıl sorumlular gözlerden gizlenirken, birkaç “kurban” üzerinden açılan davaların çoğu da örtbas edilmektedir. Zira aslolan, sermayeye “korkmayın, sizi asla yalnız bırakmayız” güvencesinin verilmesidir.”
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 477. Hafta Basın Açıklaması
Yaşananlar İş Kazası Değil Cinayettir, Failleri Bellidir!
Daha Soma’nın acıları küllenmeden bu hafta da Karaman’ın Ermenek ilçesinde yaşanan haber ile sarsıldık.
Hemen peşinden, Isparta’da elma işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu, 18 yoksul emekçinin hayatını kaybettiğini öğrendik.
Daha bu haberlerin şokunu atlatamadan, bu sabah ise Bartın’da bir maden göçüğü meydana geldi ve bir işçi öldü, iki işçi ise göçük altında kaldı.
Temenni ediyoruz ki, Ermenek’te ve Bartın’da göçük altında kalanlar sağ salim kurtulurlar. Isparta’da hayatını kaybedenlere Allah’tan rağmen, yaralılara şifa, ailelerine ise sabır niyaz ediyoruz.
Peş peşe gelen bu olaylar tesadüf değil, kaza da değil ve hepimiz derin bir üzüntü yaşıyoruz. Ancak sarsılmanın, kahrolmanın, öfkelenip sonrasında unutmanın, bu büyük yaraya derman olmadığını ve asıl suçluları cezalandırmaya yetmediğini de artık anlamamız gerekiyor.
Bunu en iyi anlaması gerekenlerin de, aslında 17 Ağustos 1999’da, büyük Marmara Depremini yaşayan Sakarya halkı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Son 10 senede iş cinayetlerinde katledilen yaklaşık 12 bin işçinin, fotoğrafın bütününe bakıldığında ne anlama geldiğini göstermesi açısından, belki küçük bir hatırlatma gerekli olabilir:
O yüzden soruyoruz; binlerce insanın öldüğü, bir o kadarının sakat kaldığı deprem sonrasında, yapım hataları dolayısıyla çöken binaların müteahhitlerine ve bunları denetlemesi gereken devlet yetkililerine verilen herhangi bir cezayı hatırlayan var mı?
Biz bir hatırlatma yapalım: Tüm Marmara depreminde “yapım hataları”ndan dolayı çöken binaların müteahhitlerine, yaklaşık 2100 dava açılmıştır. Yaşanan onca acıların sonucunda bu davaların 1800\'ü, yani yaklaşık % 90’ı, hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarına da, 1 ila 3 yıl arasında hapis veya komik miktarlarda para cezaları verilmiş, bunların da bir çoğu ertelenerek 7,5 yıllık zaman aşımı süreleri dolduğu için düşmüştür.
Denetleme sorumluluğu olan mülki ve idari yetkililerinden ise ceza alan kimseyi şu ana kadar duymuş değiliz.
Bu yüzden, insan hayatına karşı bu hoyratlığın, daha da ötesinde halkın yoksulluğu ve güçsüzlüğünden cesaret alan bu suikastlerin sorumlusu olan iktidarların, her seferinde işin içinden nasıl kolayca sıyrılabildikleri meselesinin; hiç geciktirilmeden masaya yatırılması gerekmektedir.
Bu yapılmadığı için, her sene binlerce insanımız sadece yoksul olduğu için sermaye tarafından katledilmeye devam ediyor.
Aziz dostlar, hiç dolandırmadan söyleyelim; bu cinayetlerin arkasında sermaye ile iktidarların kurduğu suç ortaklığı yatmaktadır.
Cinayetlerin kahir ekseriyetinin inşaat ve madencilik sektöründe görülmesi; bu iki sektörün iktidarlar tarafından en fazla teşvik gördüğü, sermaye birikiminin en hızlı gerçekleştiği sektörler olması tesadüfi değildir.
“Sermaye”nin yüzde yüz değil, yüzde bin kazanma hırsı iktidarlarca teşvik edilmekte, bunun hukuki imkânları özellikle ve öncelikle yandaş gruplar için sağlanmakta, dolayısıyla iktidar güvencesine sahip sermaye, yaptığı işte karını düşürecek en küçük bir tedbir alma ihtiyacı dahi hissetmemektedir.
İktidarlar ittifaklarını kaybetmemek, sermayeyi ürkütmemek için, gerekli denetim ve cezalandırma tedbirlerini almamaktadırlar.
Hesap; servetin halk arasında adilce dağıtılması değil, iktidarların yaslanacağı bir zenginler sınıfı oluşturmak olduğu için, tüm bu katliamlar kamera önünde şov yapıp “ahlar vahlar”la geçiştirilmekte, sonrasında asıl sorumlular gözlerden gizlenirken, birkaç “kurban” üzerinden açılan davaların çoğu da örtbas edilmektedir.
Zira aslolan, sermayeye “korkmayın, sizi asla yalnız bırakmayız” güvencesinin verilmesidir.
Yoksul halkın emekçi çocuklarının bu iktidar/sermaye kumpası karşısında örgütlenmeleri ve hak mücadelesi vermeleri dışında bir çözümleri, kurtuluş yolları yoktur.
Yapılması gereken, her türlü hukuki ve -sokağa çıkmak dahil- legal siyasal mücadelenin kararlı ve örgütlü şekilde yükseltilmesidir.
Yoksul halktan sürekli itaat ve ubudiyet bekleyen iktidarlar, karşılarında birlik olmuş bir halkı görmek istemezler ve bunun da gereğini yaparlar. Bu yüzden rant ihtiraslarını çoğu zaman “dindarlık” yada “halka hizmet” kisvesiyle, iktidar susuzluklarını ise halkı iktidarsızlaştırarak giderirler.
Halk arasındaki dini, mezhebi veya siyasal farklılıkları derinleştirerek, gücünü ve iradesini bitirmeye çalışırlar.
Bu yüzden daha adil bir dünya ümidimizi bağlamamız gereken şey; halkların tüm farklılıklarına rağmen, herkes için hakça paylaşım; değerlere, kimliklere ve haklara saygı temelinde, birbirlerine karşı değil tepelerine çöreklenmiş yeryüzü ilahlıklarına karşı mücadele etmeleri iradesinin güçlendirilmesi ve örgütlenmesidir.
Bu yüzden sermaye karşısında diz çöken İktidarları, halkları muhatap almak zorunda bırakmanın tek yolu onları halkın karşısında diz çöktürmektir.
Şüphesiz Allah doğruların yanındadır.