AK Parti'nin kapatılması isteğiyle Yargıtay Başsavcısı tarafından hazırlanan iddianame, Anayasa Mahkemesi'nce kabul edildi. Ama bu kabul, davanın açılacağı anlamına gelmez.
Anayasa Mahkemesi Raportörü'nün hazırlayacağı rapordan sonra Mahkeme, Yargıtay Başsavcısı'nın iddianamesini iade edebilir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda, eğer belleğim beni yanıltmıyorsa, 2004 yılında yapılan bir değişiklikle, iddianamenin iade edilmesi mümkün kılındı idi.
Diyelim ki, usul yönünden bir problem söz konusu olmadığı için iade edilmedi; o takdirde Mahkeme, Başsavcı'nın iddianamesindeki hususları birer birer incelemek durumunda olacaktır. Bu iddialar ne kertede hukukidir ya da örtük siyasi mülahazalara hukuki bir gerekçe mi bulunmuştur:- elbette bunlara bakacaktır!
İddianamede, Laikliğin bir yaşam tarzı olduğu ve dokunulamazlığı dile getiriliyor. Laikliğin bir yaşam tarzı olarak tanımlanması, Laikliğin, bireylere ilişkin bir mesele olarak konulması anlamına gelir. Bu yaklaşıma göre, hem Devlet hem de birey, Laiktir. Oysa Laikliği Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması, ayrı alanlar olarak konumlandırılması, temelkoyucu ilkedir; o nedenle de Laiklik bireylere ait bir mesele olamaz. Laik birey'den değil Laik Devlet'ten sözedilmesi de bundan dolayıdır.
Türkiye'de Laikliğin birbiriyle çelişen içermeleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Andrew Davison'un 'Türkiye'de Sekülarizm ve Modernlik' adlı çalışmasında önesürdüğü argümanlardan yolaçıkarak, Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının getirdiği 'ayrılma'cı yaklaşımla, Laikliğin bir 'yaşam biçimi', dolayısıyla bireylerin de Laik olduğuna ilişkin 'kontrol'cü yaklaşımın biraradalığından (Davison'un 'kurucu örtüşme' diye kavramsallaştırdığı durum) söz edilebilecektir. Bir başka deyişle, Laikliği bireyleri de kapsayacak bir yaşam tarzı olarak tanımlamak, Din ve Devlet işlerinin birbirinden 'ayrılma'sı anlamında Laikliğe değil, bireyler üzerinde bir denetim kurmak anlamında 'kontrol'cü anlamda bir Laiklik anlayışına işaret etmektedir.
Bu bir 'örtüşme' mi yoksa bir çelişme midir? Davison, şunları yazıyor: 'Türkiye'de laiklik siyasetiyle bağlantılı eylemler, politikalar, ilişkiler ve kurumlar ayrılma kadar kontrol tarafından da kurulmuşlardır. Türk laikliğinin ayrılma boyutlarını kuran ayrılıkçı anlamlar, kontrol boyutlarını kuran kontrol anlamlarıyla örtüşür. Ancak dinle devletin birbirinden tamamen ayrıldığını ilan eden parti yetkililerinin dile getirdikleri bazı ayrılıkçı iddiaların, kontrol boyutlarının üzerini kapatma çabaları gibi göründükleri hesaba katıldığında, bu boyutların paylaştıkları kavramsal alan da kavramsal gerilimlerle yüklüdür.' Bu yüzden, Kemalist Laikliğin, sadece din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması, ya da David Kuschner'in ifadesiyle, 'din işleri üzerindeki devlet kontrolünü bırakmaksızın, dini bir kişisel inanç ve ibadet meselesine dönüştürüp toplumsal ve siyasi kurumları biçimlendirmekte oynadığı rolü ortadan kaldırma'ktan ibaret olmadığı apaçık ortadadır.
Bu durumda, Laikliği bir yaşam tarzı olarak tanımlamanın doğru bir tanım olup olmadığının sorunlu olduğunu düşünüyorum. Laikliğin bir yaşam tarzı olarak dokunulmazlığından söz etmek, Davison'un sözünü ettiği 'kontrolcü' Laikliğin başka biçimde dilegetirilmesinden öte bir şey değildir. Laiklik, yaşam tarzını 'kontrol' edecekse, bunun anlamı 'dini bir kişisel inanç ve ibadet sistemi'ne dönüştürme projesiyle çelişmeyecek midir?
Anayasa Mahkemesi'nin, bu konular üzerinde de duracağından şüphe etmiyorum.
Hilmi Yavuz