Bundan tam yüz yıl önce ilan edilen II. Meşrutiyet'in iki sembol isminden biri olan Resneli Niyazi (diğeri Enver Paşa) hatıralarında anlatıyor: Haziran ayında İngiltere Kralı ile Rus Çarı Reval'de buluşurlar. Osmanlı Devleti'ni de konu alan bazı kararlar alırlar.
Yüzbaşı rütbesindeki Niyazi Bey, bu gelişmeleri endişe içinde nasıl takip ettiğini uzun uzun anlatır. Vardığı sonuç: "Bir çete meydana getirmek" düşüncesidir. Gerekçesi oldukça sadedir. "Abdülhamid"in adamları tehlikeleri göremiyorlardı. Tehlikeleri önlemek bize kalmıştı." Çeteler kurulur, dağa çıkılır. Kısa zamanda Abdülhamid'in adamları alaşağı edilir. Sonucu hepimiz biliyoruz: Beş yıla varmadan, Niyazi Bey'in memleketi olan Resne (Bugünkü Makedonya içinde Resen) de dâhil olmak üzere koskoca Balkanlar düşman çetelerine teslim edilir. Osmanlı Devleti'nin uğradığı utanç verici yenilgi bütün dünyada şaşkınlığa yol açar. Selanik'teki Tahsin Paşa'nın kumanda ettiği Kolordu'nun tek mermi atmadan teslim olması; çeteciliğin devleti de orduyu da beş paralık etmesine sadece tek örnektir.
Kuva-yı Milliye adını taşıyan dernek etrafında başlatılan Ergenekon Soruşturması'nın "çete soruşturması" olması tesadüf değil. Kuva-yı Milliye, kaybedilen savaş sonrasında Anadolu'nun işgali ile başlayan direnişte, düzenli ordu birliklerinin devreye girmesine kadar gerilla savaşı veren silahlı birliklerin adı. Bu birlikler kendilerine "çete" diyorlar ve halk arasında da yaygın olarak "çete" ismiyle anılıyorlar. Günümüzün Kuva-yı Milliyecileri bu hatırlatmaya çok bozuluyorlar. Merak edenlere Fahrettin Altay'ın ve Ali Fuat Cebesoy'un hatıralarını okumalarını, Kuva-yı Milliye literatürü üzerinde kısa bir tarama yapmalarını öneririm. Kurtuluş Savaşı'nda Kuvvacıların Yunan cephesinde elde ettikleri başarılardan ziyade, iktidar boşluğundan kaynaklanan yerel isyanları bastırmakta oynadıkları hayatî rol önemlidir. Bu evreye o dönemde "Çete Harbi" adı verilmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın, düzenli ordu birlikleri ile yürütülen ikinci evresinde çetelerin tasfiyesine girişilmiştir. Nutuk'u okuyanlar, bu evrede Atatürk'ün asıl derdinin ordu hiyerarşisi dışında yer alan bu birliklerin yol açtığı sorunlar olduğunu, bütün serencamı ile göreceklerdir. Çerkes Ethem'in iki gücün karşı karşıya geldiği an silahlarını bırakıp geri çekilerek gösterdiği basiret, aynı zamanda Kuva-yı Milliye'nin sonu olarak tarihe geçmiştir.
Kuvacılık, bugüne yansıdığı haliyle bir ideolojidir. Bu ideolojinin adı çeteciliktir. Çetecilik, devletin olmadığı (veya yıkılmak üzere olduğu), dolayısıyla hukukun işlemediği, bu yüzden her türlü gayrı meşrû yol ve yöntemin mübah görüldüğü bir dünya kurgusuna dayanır. Ancak burada mekanizma tersine işlemektedir: Birileri kanun dışında kendilerine karanlık bir hayat alanı arıyor. Bu karanlık alanda güç, itibar ve zenginlik elde edecekler. Zenginlik tamam, ama itibar ancak bu karanlık alanın vatanın elden gittiği gerekçesine dayanarak elde edilecek. Çünkü bu gerekçeden "vatanı kurtarmak" görevi çıkacak. Devletin imkânları ve yetkileri "devleti tehlikeden kurtarmak" üzere çeteler eliyle kullanılacak. Gerçekte çetecilik, bireysel çıkarları devlet çıkarları maskesi altına gizlemek anlamına geliyor. Çeteciliğin varacağı nokta: Devletin varlığına yönelik tehlikeleri, bizatihi çetelerin kendisi üretiyor.
Elimizde İttihatçı çetecilerin, Kuva-yı Milliye'nin tecrübeleri var. İsmet Paşa'nın karşısındaki adam Çerkes Ethem yerine bir başkası olsaydı, Kurtuluş Savaşı'nın seyri değişebilirdi. Nitekim, İttihatçılar çete yöntemleri ile 600 yıllık devleti altı sene içinde yok etmediler mi? Türkiye'nin önünde duran en ciddi sorun ne PKK terörü, ne de uluslararası gelişmeler. Türkiye yakın ve uzun vadede bir kayba uğrayacak, bazı fırsatları kaçıracaksa; devlet üzerinden kendilerine ikbal arayan bu çetelerin başımıza açacağı belalarla uğraşacağız. Çeteler öncelikli sorunumuz. "Ergenekon Çetesi" soruşturması, hepimizin bildiği ama adını koyamadığı bu çetelerin ipliğinin pazara çıktığını gösteriyor.
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE