Özgür-Der Sakarya Şubesi’nin 2008-2009 döneminde düzenleyeceği aylık konferanslar dizisinin ikincisi, “Kur’an’a Göre Hurafe, Tasavvuf ve Batınilik” başlığı altında, araştırmacı-yazar Ferit AYDIN’ın sunumuyla gerçekleştirildi.
Özgür-Der Sakarya Şubesi’nin konferanslar dizisinin ikincisinde “Kur’an’a Göre Hurafe, Tasavvuf ve Bâtınilik” başlıklı konu işlendi. Sunumu araştırmacı-yazar Ferit Aydın gerçekleştirdi.
Ferit Aydın, küreselleşmeyle birlikte bir din anarşisinin toplumsal hayata hakim olduğunu ve bunun nedeninin muttakilere bir rehber ve bir ölçü olarak indirilen vahiyle bağın koparılması olduğunu ifade ederek başladığı sunumunu “hurafe ve bid’at” kavramlarını açıklayarak sürdürdü.
Aydın, hurafe kavramının Arapça bir kelime olduğunu, “harife-yahrefu” kökünden türediğini ve İbni Manzur’un Lisan-ul Arabı’nda ‘hoşa giden yalan söz’ olarak tanımlandığını dile getirdiği konuşmasında, hurafenin oluşmasının temel sebebinin insanın inanç konusundaki doyumsuzluğu olduğunun altını çizdi. Bu bağlamda ölçüsüzlüğün, fıtrattan uzaklaşmanın ve ırkçı eğilimlerin desteklenmesinin en önemli kaynaklarından birinin de dinsel ve kültürel hurafeler olduğunu belirtti.
Ferit Aydın ayetlerden ve gerçek hayattan örnekler vererek gerçekleştirdiği sunumunda tasavvuf ile ilgili şu tespitlere yer verdi:
“Allah’ın ilahi vahiyle bizlere bildirdiği ve Resul(a.s)’ın yaşantısıyla en güzel şekilde örneklendirdiği sünneti içerisinde önemli yere sahip olan zühd ve takva kavramları maalesef yunanca ‘teosophi’ kelimesinden türeyen tasavvuf kavramıyla karıştırılmaya, çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Zühd ve takva; Allah’tan layıkıyla sakınmanın, konumunun farkında olarak tevazu ile O’na yönelmenin adı iken tasavvuf, aşırılığın ve haddi aşmanın adıdır.
İlk vahye muhatap olan insanlar mistik bir din algısına sahip değillerdi. O dönemde tekke, türbe ve tarikat gibi yapılar ve tasavvuf diye bir düşünce de yoktu. Zaten Kuran ve hadis kaynaklarında da tasavvuf diye bir kavrama rastlamak mümkün değildir.
İslam’a yüzyıllar sonra, sorgulamadan ve öğrenmeden giren toplumlar, geleneksel kültürlerini de İslam’a nispet etmişlerdir. Bu şekilde dine birçok hurafe ve bidat girmiştir. Çok farklı etkenlerden beslenerek gelişen, eklektik bir yapıya sahip olan ve başlı başına ayrı bir inanç sistemi haline gelmiş bir olgu olarak karşımıza çıkan tasavvuf aynı zamanda
dinin tamamen vicdanlara hapsedilmesine ve hayattan soyutlanmasına hizmet ederek Müslümanların edilgenleştirilmesinde büyük rol oynamıştır.
Tasavvuf konusunu anlamak için Tevhid-Vahdet ve Tevhid-Şirk ilişkilerini Kur’ani bir perspektifle değerlendirmemiz gerekir. Dünyada her şey Allah’ın bir parçası(vahdet) düşüncesi tasavvufun temellerini oluşturmuştur. İslam’da ise Allah benzersiz olan, eşi, benzeri ve ortağı olmayan yegâne ilah (tevhid) düşüncesi esastır.
Tasavvufta ‘şeriat, tarikat, hakikat’ terkibi çokça zikredilir. Bu bağlamda tarikat şeyhleri Allah’ın yeryüzünde vekilidir. Gayb dâhil her şeyi bilir ve kerametler gösterirler. Oysa Kuran’a göre peygamberler dâhil kimse gayb dan haber veremez. Gaybı yalnızca Allah bilir.
Tasavvuf ile ilgili merhum M.Akif Ersoy’un şu beyitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum: Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıtkı Dayı!”
Aydın, konuşmasının son bölümünde, tasavvuf düşüncesi ile birlikte hurafe ve bid’atlerin Kur’an ve sünnetin hakemliğinde sorgulanması gerektiğini; eklektik fikirler yumağı olan tasavvuftan arınarak, Allah’ın Kuran’da belirttiği ve Resul(a.s)’ın en güzel şekilde yaşadığı Tevhid dinine dönülmesi gerektiğini vurguladı.
Konferans dinleyicilerden gelen soruların cevaplanması ve Aydın’ın kitaplarını imzalaması ile sona erdi.