Sakarya Barosu Kent Meydanı'nda tören düzenledi

2015 – 2016 Adli Yıl Açılışı için Kent Meydanı’nda Sakarya Barosu tarafından düzenlenen tören, Atatürk Anıtı’na çelenk sunumu ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı.

Törende bir basın açıklaması yapan Sakarya Baro Başkanı Av. Zafer Kazan her yıl gelenek haline gelmiş olan bu açılış törenlerinin kaldırılmak istenmesine tepki göstererek, buna anlam veremediklerini söyledi. Konuşmasının devamında, Kazan ülkemizde huzur ve güvenin ancak hukuk ile sağlanabileceğini ve hukukun da kişilere değil, kişilerin hukuka uyma zorunluluğunu vurguladı.

Ülkemizde eğitim sisteminin kalitesizliğine de değinen Kazan : “Bir ülkede 120’yi aşkın hukuk fakültesi ne demektir! Perişanlıktır! Hukuku pazara düşürmektir!” dedi.

Pırlantadaki KDV oranı %0 iken, hak arama hürriyetine uygulanan %18 KDV’nin kabul edilemeyeceğini belirterek : “Hukuk devletinde pırlanta, haktan, hukuktan ve adaletten daha değerli olamaz.” şeklinde konuştu.

Adliye Binasının yetersizliğine de dikkat çeken Başkan Kazan, yıllardır arsa bulamayan sorumlulara “Sakarya Adliyesini de Kocaeli’ne bağlayın!” diyerek tepki gösterdi.

Konuşmasının sonunda hukuk olmadan, adalet olmadan huzur ve barış ortamının sağlanamayacağını belirten Kazan, 1 Eylül Dünya Barış Gününü kutladı.

Basın açıklamasının ardından Sakarya Barosu Hizmet Binasında düzenlenen kokteyle Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş, Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı Şükrü Onat Tekinalp, 2.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mehmet Sertaç Kesler de katıldı. Sıcak bir sohbet havasında gerçekleşen kokteyl sonunda Başkan Kazan tüm katılımcılara tek tek teşekkür etti.

Sakarya Barosu Başkanı Av. Zafer Kazan’ın basın açıklamasının tam metni şöyle :

Demokratik Rejim, Rejimlerin En Yüreklisidir

Bugün 1 Eylül 2015. “Adalet Mülkün Temelidir” anlayışı içinde insanlarımıza huzur ve güven vermesini ümit etmekten vazgeçmeyeceğimiz yeni bir Adli Yıla başlıyoruz…

Adli yıl açılış törenleri, ilk kez 6 Eylül 1943 yılında gerçekleştirilmiş, bu tarihten sonra bir gelenek haline gelmiştir. Bu uygulama, 1973 yılında Yargıtay Kanunu ile birlikte yasal düzenlemeye bağlanmıştır. Devlet geleneğimizde önemli bir yer tutan bu törenlerin, hangi amaçla kaldırılmak istendiğini anlamak, doğrusu güçtür.

Bu ülkenin yargı teşkilatının tüm unsurları ister birlikte ister ayrı ayrı, 1 Eylül’de adli yıl açılış töreni yapar ve yapmalıdır da. Bu törenler, yasanın iznine bağlı değildir, bir devlet geleneğidir. Yasal düzenlemeyi ilga ederek geleneksel törenleri sonlandırmaya çalışmanın ve çok sesliliği daha da engelleyecek bir noktaya getirmenin hatalı ve bir o kadar da nafile bir çaba olduğunu ifade etmek isterim.

Demokratik rejim, rejimlerin en yüreklisidir ancak demokrasi hiçbir yerde altın bir tepsi içinde halka verilmez. Demokrasi bireysel girişimlerle ve bir mücadele sonucu elde edilir. Böylesi bir zamanda, Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin ve hukukunun sona doğru sürüklendiği bir zamanda, kimsenin kımıldamama, susma hakkı yoktur. Herkes ayağa kalkmalı ve bilimin ışığında düşünceler üretmelidir. Tabi eğer hala demokrasi istiyor isek…

“Cumhursuz Cumhuriyet” “Halksız Demokrasi” Olur mu?

Demokratik toplumun ve demokrasinin gelişimi için kendini devletten yararlanmaya adayan uslu vatandaşlara değil, her şeyi, bu arada kurulu düzeni yüksek sesle Sokrates’çe sorgulamayı alışkanlık edinen ve ödev bilen, kendini ciddiye alan onurlu bireylere gereksinim vardır.

Eğer cumhur Cumhuriyette, hak demokraside yerini alamıyorsa, acaba böyle bir yönetimin adı “cumhursuz cumhuriyet” rejimin adı da “halksız demokrasi” midir?

Cadı Avcıları Değil Gerçek Entelektüellere, Düşünürlere, Hukukçulara İhtiyacımız Var

Zata mahsus, bize göre, yerli malı demokrasi, demokrasinin evrensel ilkelerini zorlarsa, o artık demokrasi değildir. Demokrasiyi tüm evrensel unsurlarıyla eksiksiz bir şekilde uygulamak zorundayız. Zira demokrasinin baharında yetişecek aydınlara, düşünürlere, şairlere, sanatçılara, edebiyatçılara, bilim adamlarına ihtiyacımız var.

Biz bu ülkede artık cadı avcılarını değil, gerçek entelektüelleri, gerçek hukukçuları, düşünürleri, bilim adamlarını görmek ve dinlemek istiyoruz.

Üstünün Hukuku Yerine “Hukukun Üstünlüğü”

Hukuka, Anayasaya ve yasalara en başta yönetenler ve yargı mensupları uymak zorundadır!

1612 yılında İngiltere’de bir tartışma yaşanmıştır. Kral 1.James “Kral, kral adına hüküm kuran yargıçların yerine geçerek her zaman karar verebilir” demekte iken buna karşılık İngiliz üst mahkeme Başkanı Edward Coke söz alır ve “Kral, İngiliz hukukuna göre hiçbir davada karar veremez. Dava, hukuka göre ancak mahkemelerde çözülebilir” diyerek karşı çıkar ve nihayet şu tarihi yanıtı verir; “kuşkusuz majesteleri hiçbir insana bağlı değildir. Ancak herkes gibi kral da yasalara uymak zorundadır”

Bu özdeyiş, hukuk tarihinde “üstünlüğün hukukunu” uygulamak isteyenlere, “hukukun üstünlüğünü” savunanların en eşsiz yanıtlarından biridir.

Yasalar Hukuka Uymuyor!

Evet, herkes yasalara uymalıdır. Hiç kimse, hiçbir zaman, hiçbir bahaneyle yasaları aşamaz, dolanamaz. Yasalar hukuka, devlet de bu yasalara uyarsa, ancak o zaman hukukun üstünlüğü sağlanabilir.

Ancak gelin görün ki, bizde, ilkin yasalar hukuka uymuyor.

Zira Hukuk bilincine sahip bir toplumda yalnızca hukukçuların değil, herkesin bildiği bir kural vardır; Yasalar geneldir, herkese eşit uygulanmak için çıkarılır, kişiler için yasa yapılmaz. Hukuk kişilere uydurulmaz. Anayasa kişilere uydurulmaz. Kişiler hukuka ve Anayasaya uyarlar. Ancak yine görmekteyiz ki kişiler için yalnız yasalar değil, anayasalar bile zorlanmaktadır.

Montaigne’nin söylediği gibi “yasalara doğru oldukları için değil, yasa oldukları için uyulur”. Bu bilinci insanlığın beynine, dostlarının kaçma önerilerini, haksızlığına inandığı yasalara karşın ölüm pahasına reddeden, Sokrates perçinlemişti. Ancak Sokrates’ten yaklaşık 2500 yıl sonra ve hukuk çağında “anayasa bir kez delinebilir” anlayışını somut yaşama taşıyan nice örnekler yaşadık. Avrupa insan hakları mahkemesinin Türkiye ile ilgili hükümlülük

kararlarının çoğunda “Türk iç hukukunun yapılan haksızlığı giderecek düzeyde olduğu, ancak bu hukuku işletecek mekanizmaların çalıştırılmadığı” vurgulanmaktadır. Bu çok vahimdir!

Türkiye artık hukuku yasayı anayasayı çiğneyen bir ülke olmaktan çıkmalıdır. Kendi yaptığımız yasalarla inatlaşmaktan vazgeçmeli ciddiye alıp uygulamalıyız. Zira Türk halkı artık güçlü, bağımsız bir yargı istemektedir. Öyle bir Yargı kurmalıyız ki Atatürk’ün 1925 yılında hayalini kurduğu, “zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür” diyerek tanımladığı yargıya karşılık gelmelidir.

Gemileri Yaktık, Geri Dönmüyoruz, Başaracağız!

Aydınlık bir gelecek inşa etmek için bugün hukukçulara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çoğu yargıç ve savcının içinde olduğu durumu gördüğümüze göre geriye onların da yükünü kaldırmak zorunda olan bağımsız savunmanın temsilcileri avukatlar kalmaktadır. Zira onca uyarılara ve Anayasaya karşın yıllardan beri yargıçları ve savcıları yürütmenin bir memuru gibi gören ve yargıyı marjinalleştiren anlayış kırılamamıştır. Bu nedenle biz avukatlar bugün tarihi bir sorumluluk ile karşıya bulunmaktayız. Gemileri yakmış ve geri dönmeyi aklından bile geçirmeyecek bir mecburiyet içindeyiz. Başarmak zorundayız. Ekmek için, su için, hava için, toprak için başarmak zorundayız. Korkmak için, çekinmek için, ümitsizlik için hiçbir sebebimiz ve hiçbir endişemiz yoktur. Çünkü biz hukuk diyoruz, çünkü biz huzur diyoruz, herkes için adalet diyoruz, yaşam hakkı diyoruz, hak diyoruz, özgürlük diyoruz!

Hukukun Işığı İle Maskeler Düşecek

Nihayet hak ve özgürlükler kazanacaktır, hukuk kazanacaktır. Zira tarih; hukuku, hak ve özgürlükleri, bireyi, insanı karşısına alıp onu yok etmeye çalışan nice girişimler görmüştür. Mussolini, Hitler, Stalin, Salazar, Paul Pot, Mao deneyimlerinin sonucu açıktır. Totaliter düzen süresince insanlar yüzlerine peçe takarak sahte kimlik kartlarıyla dolaşmışlar; ancak özgürlüğe kavuşur kavuşmaz, hukukun ışıkları görünür görünmez maskelerini atmışlar, maske taktıranları dışlamışlardır.

Tek Değişmez “Değişimdir”

İnsanın devletleştirilemeyeceği anlaşılınca, devlet insancıllaştırılmıştır. Oysa aynı dönemde Atatürk, bütünüyle demokrasinin önsözü olan devrimini yürürlüğe koyuyor, yerleşik yargıları yıkan bir sanatçı gibi, tek biçimli insan üretme girişimlerini reddediyor ve şöyle diyordu: “Ben manevi miras olarak kalıplaşmış hiçbir düstur bırakmıyorum, benim manevi mirasçılarım yalnızca aklın ve bilimin rehberliğini benimseyenlerdir.” Çünkü Atatürk, gelecek kuşaklara temel değerleri gözeterek, bilimin gösterdiği yolda ilerlemelerini öğütlüyor, tek değişmezin, değişim olduğunu biliyordu. Yeniden inşanın sloganlara, ucuz taklitlere indirgenmesine karşıydı, görünüşün taklidini değil, değerlerin özümsenmesini istiyordu.

Pırlanta, Hukuktan, Adaletten Daha Değerli Olamaz!

İnsanın vicdanında adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu yoktur. Eğer bir ülkede yurttaşlarımız adaletten, yargıdan, hakkını arayamayacağından, zayıf kalacağından kaygı duyuyorsa bu seslere kulak vermeliyiz.

Ancak bütün bu sorunların ve kaygıların ana kaynağının hukuksuzluk olduğunu bilmek zorundayız.

Bugün niteliksiz hukuk eğitiminin nedeni aynıdır, ısrarla ve inatla avukatlık sınavının kaldırılmasının nedeni aynıdır, haklı olmak yeterli iken araya adam koyma ihtiyacının nedeni aynıdır, pırlantada KDV oranı %0 iken Avukatlık hizmetinden alınan ve vatandaşa yansıyan %18 KDV’nin nedeni aynıdır.

Bir ülkede pırlanta; hukuktan, adaletten, huzurdan daha değerli ise o ülkede insanlar adalete güvenmez, yargının kararlarına saygı duymaz ve o ülke huzur bulmaz. İşte tüm bunların nedeni hukuksuzluktur. Zira bir hukuk devletinde pırlanta; ekmek gibi olan haktan, su gibi olan hukuktan ve hava gibi olan adaletten daha değerli olamaz.

Hukuku Pazara Düşürdüler

Hukuk eğitimin bu niteliksiz hali, aynı şekilde mesleğe girişteki bu kontrolsüz durum yargıyı her geçen gün daha da perişan edecek ve bugünler dahi aranır olacaktır. Bir ülkede 120’yi aşkın hukuk fakültesi ne demektir! Perişanlıktır! Hukuku pazara düşürmektir! Zannediyorum hukuku daha kolay ayaklar altına alabilmek için öncelikle Hukuk eğitimi yok edilmekte ve lise öğrenimi derekesine düşürülmektedir. Durum gerçekten vahimdir. Bir an önce gerçek manada tedbirler alınmalı ve çok sıkı esaslara ve kalite unsurlarına bağlı olarak mevcut fakülteler yeniden gözden geçirilmeli ve standartları karşılamayan fakülteler derhal kapatılmalıdır. TBB’nin Avukatlık mesleğinde öngördüğü ve hazırladığı nitelikli ve çift aşamalı sınav sistemi kabul edilmelidir. Aynı şekilde özellikle hakimlik mesleğinin yegane kaynağı belli bir kıdeme ve ciddi bir tecrübeye sahip avukatlar arasından olmalıdır. Bu tespitler herkes için adalet anlayışımızın bir gereğidir. Hukukçuları piyasanın ayıklamasını öngören cahillere ise teklifimiz şudur; beyin cerrahlarını da piyasanın ayıklamasını ister misiniz?

Sakarya Adliyesini de Kocaeli’ne Bağlayın

Herkes, tüm Sakaryalılar da görmekte ve bilmektedir ki Adliye Binamız perişandır. Bu binada uzun müddet oturup çalışanların enerji ve muhakeme kabiliyetlerini kaybedeceklerinden dahi endişe ediyoruz. Sakarya Adliyesindeki tablo gerçekten yürekler acısıdır. Bu sorunu çözmek için artık mutlaka bir yol bulunmalıdır.

Var olan binaya adliye demek mümkün değildir. Türkiye’nin dört bir yanına adliyeler için müstakil binalar yapılırken Sakarya’yı 1980’li yılların mantığı ve bakışı ile böyle bir hükümet konağına mahkûm etmek büyük bir sorumsuzluk örneğidir! Artık yeter! Bırakın illeri ilçelerde dahi böyle bir adliye örneği kalmamıştır…

Yıllardır Adliye’ye ayrılacak kadar değersiz bir arazi bulunamamıştır! Eğer hala daha bir arsa bulunamayacaksa, bir teklifimiz var; Kocaeli’ne bağlanmak isteyen Sapanca İlçesindeki birçok vatandaşımız gibi diyoruz ki Sakarya Adliyesini de Kocaeli’ne bağlayın!

Arsa bulamıyoruz diyorlar, biz Baro olarak 4 adet arsa bulduk ve ilgililerle paylaştık. Eğer isterlerse planını da projesini de çizer göndeririz. Ama önce istemek gerekiyor. Şaka gibi ama Sakarya’ya yeni bir adliye yapmak yerine adliye ikiye bölünerek bir iş hanına taşınmak isteniyor. Umarım böyle bir şey yapılmaya kalkışılmaz zira Türkiye’nin dört bir yanına modern adliye sarayları inşa edilmişken Sakarya’yı bundan mahrum edenlerin, kulaklarını tıkayanların, umurlarında olmayanların, “abartıyorsunuz, ajite ediyorsunuz, bizim adliyemiz gayet güzel” diyenlerin ve ısrarla çözüm bulmayanların utancı tescillenmiş olacaktır.

Çocuklarımızın Geleceğine İhanet Etmeyeceğiz Şehrimizin Sorunlarının Takipçisiyiz

Şehrimizin, Sakarya’mızın, çevre, kent ve sağlık sorunlarına olan ilgimiz devam edecektir. Baro’muzun bu ilgi ve duyarlılığı kurumsal bir anlayış içinde asli görevlerimizden biri olmaya devam edecektir. Zira Kelebekleri, kuşları, gölleri, ormanları yok etmek pahasına yapılan tahribatları görüp de görmezden gelemeyiz. Buna razı olamayız, sessiz kalamayız. Sakarya’nın yeşilini doğasını eşsiz tarım topraklarını kaybetmek istemiyoruz. Ünlü düşünür Goethe’nin dediği gibi ; “doğa şaka tanımaz. O her zaman ciddi, her zaman katı, her zaman haklıdır. Yanılgılar insanlardan kaynaklanır”. Bu nedenle doğanın tahrip edilmesine seyirci kalmayacak ve çocuklarımızın geleceğine ihanet etmeyeceğiz…

Yapacak Daha Çok İşimiz Var

Söyleyecek çok sözümüz yapılacak daha çok işimiz var! Ancak sözlerime şimdilik burada son vermem gerekiyor. Bu kutlu hukuk mücadelesinde her bir avukat meslektaşımın hukuk adına, adalet adına, demokrasi adına, eşitlik adına, barış, kardeşlik ve huzur adına söylediği her bir söz ve gösterdiği eylemsel her bir duruş hukukun aydınlık geleceğine önemli bir tuğla koyacaktır.

Bu ülkenin gelecek inşasında biz avukatlar da söz sahibi olacak ve çalışacaktır. Gelecek nesillerimiz, çocuklarımız yarın daha mutlu bir Türkiye’de yaşayacaksa eğer bunda bizlerin de büyük bir katkısı olacaktır…

1 Eylül Dünya Barış Günü

Sözlerime son vermeden önce belirtmek isterim ki bugün Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarih olan 1 Eylül “Dünya Barış Günü” dür. En büyük acılar en büyük hayallerle örtülmeye, unutulmaya çalışılmakta ve tekrar yaşanmaması adına günler kutlanmaktadır. Bugün adli yılın açılış günü, aynı zamanda dünya barış günü! Biz bugün hukuk derken adalet derken aynı zamanda barış dedik, huzur dedik. Zira hukukun olmadığı bir yerde barışın olması, huzurun olması düşünülemez. İşte bu nedenle hukuk, ekmek gibidir, su gibidir, hava gibidir diyoruz. Çünkü hukuk barış demektir, huzur demektir, insanların yaşaması, savaşlarda ölmemesi demektir. Hukuka ara vermek teröre alan açmaktır, geleceğimizi tehlikeye atmaktır. Teröre, insanların hayatına kasteden, masum çocuk demeden şiddet eylemleri ile hak isteyenlere asla fırsat verilmemelidir. Ne istenecekse hukuk içinde, anayasanın yer verdiği eylemsel ancak şiddetsiz bir irade ile istenmeli ve kitleler bilinçlendirilmelidir. Ancak bu arada teröre alan açanlar, fırsat verenler de aynı şekilde sorgulanmalı ve hukuk içinde hesabı sorulmalıdır. Ne söylesek, ne desek bütün yollar hukuka çıkıyor. Çünkü tek çaremiz hukuktur.

Bu duygu ve düşüncelerimle öncelikle son dönemlerde yaşanan terör olayları sebebiyle şehit askerlerimize Allah’tan rahmet diliyor yakınlarına ve milletimize tekrar başsağlığı diliyoruz. Ancak bu kadar basit olmamalı. Başsağlığı dileyerek hiçbir şeyden kurtulamayız. Acılarımızın feryada ulaştığı en zor zamanlarda dahi tek yolun yegane çarenin ve acılarımızın en büyük merheminin hukuk olduğu gerçeğinden uzaklaşmamayı diliyor, yeni adli yılın avukat-hakim-savcı tüm meslektaşlarımıza, adliye çalışanlarına, adalet-huzur-hukuk ve güven ümidi içinde olan yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

9 yıl önce
Yorumlar_
[İlk yorum yapan siz olun]
f6e478fc439f279accbf32c3e58da778@