Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Balcı\'nın "Kürt Meselesi ve Çözüm Arayışları" başlıklı makalesini yayınladı.
İşte o makale.
Öncelikle adını koyalım, Kürt meselesi bir hak meselesidir. Kürt olduğunu söyleme hakkı, Kürt kültürünü yaşama hakkı, Kürt dilini konuşma hakkı ve bütün bunlarla birlikte eşit vatandaş olma hakkıdır. Meselenin temelinde de bütün bu hakları inkâr etme üzerine kurulu olan ulus devlet anlayışı diğer bir ifadeyle Türklüğü diğer etnik guruplar karşısında ayrıcalıklı kılan ve diğer etnik gurupları Türklüğe devşirme amacı güden devletin kuruluş kodundaki milliyetçi anlayış yatmaktadır. Bu anlayış, Kürtleri ayrı bir etnik kategori olarak kabul etmeyip baskı altına almış, asimile etmeye girişmiş, zor kullanmış, susturmuş ve yeri gelince de öldürmüştür. Bu nedenle Türkiye’nin görece kısa tarihinde Kürtlerin dışlanma ve susturulma hikâyeleri önemli bir yer tutmaktadır. Devletin dışlama ve susturma siyaseti 1990’lara gelindiğinde radikalleşen etnik Kürt bilinci ile yüzleşmek zorunda kalmış ve bu yüzleşme ardından devasa bir insan enkazı bırakmıştır. Mücadele yüzbinlerce Kürt ve Türk’ün hayatına mal olmuş ve bir o kadar insanın sakat kalması ile sonuçlanmıştır. Dram bununla da bitmemiş yüzbinlerce Kürt sosyal bağlarından koparılarak zorla yerlerinden edinilmiş ve yine bir o kadarı da yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır.
1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla devlet için çözüldü gibi görünen Kürt meselesi bir sonraki on yılın ortalarında yeniden devletin temel meselesi olmaya başlamıştır. Kürt meselesini haklar meselesi olarak görmek konusundaki devlet inadı artık etnik Kürtlük bilinci keskinleşmiş yeni radikal bir hareketle yüzleşmek zorundaydı. Bu yüzleşme 1990’lardaki kadar içinde yasa dışı öldürmelerin, adam kaçırmaların, köy yakmaların, işkencelerin olduğu bir atmosferde olmasa da, yine problemli bir mecrada seyretmiştir. Devletin ulus-devletçi refleksleri ve bunun beslediği PKK’nın yeni şiddet sarmalı hak temelindeki çözüm girişimlerini bir kez daha sekteye uğratmıştır. Muhafazakârlar ile laik Kemalist blok arasındaki iktidar mücadelesinde en temel hakları ertelenen bir kez daha Kürtler olmuştur. Tedrici ve yavaş ilerleyen hak verme süreci Kürtler için dingin bir ortamı sürekli ertelemiş ve çatışmalar can almaya ve ardında insani dramlar bırakmaya devam etmiştir.
Bugünlerde bir kez daha ve en önemlisi öncekilerden daha güçlü bir inisiyatifle Kürt meselesi haklar temelinde bir çözümün eşiğine gelmiştir. Arkada bırakılan insan enkazının ürettiği ve masanın hemen karşısına koyduğu isimlerle devlet ilk kez açıktan bir muhataplık durumundadır. Bu adım çözümün tıpkı problemin kendisi gibi radikal olması gerektiği yönündeki düşünceyi doğrular gibi gözüküyor. Radikal adımların atılmadığı bir süreç tek tarafı memnun etmeye yarayacağından bir çözümle sonuçlanmayacak ve Kürt meselesinin yakıcılığı olanca şiddetiyle devam edecektir. Hükümet ilk radikal adımı atmış ve Kürtler için temsil gücü çok fazla olan Abdullah Öcalan’ı muhatap almıştır. Bu saatten sonra atılacak diğer radikal adımlar üzerine konuşmak elzemdir, genel geçer iyi niyet temennileri bir anlam ifade etmeyecektir. Yazının buradan sonrası taraflar için bu radikal adımların neler olabileceğine ilişkindir.
Öncelikle Kürtlerin radikal adımlarından başlayalım. İlk radikal adım bugünlerde zaten sık sık konuşulan PKK’nın silah bırakmasıdır. Radikaldir çünkü bir taraftan 30 yıllık bir hareket artık kendisini tarihin sayfalarına bırakacak hem de bu hareketin arkasına takılıp bağımsız bir Kürdistan’a inanan geniş bir Kürt kitlesi bu inançlarını bir tarafa bırakacaktır. Radikal bir adımdır çünkü PKK ve onun ürettiği atmosfer bir çok Kürdün kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuş ve bu parçanın gözler önünde ortadan çekildiğini seyretmek zannedildiği kadar kolay değildir. Bununla da bağlantılı olarak ikinci radikal adım PKK’nın silah bırakmasından sonra yerini almaya girişecek şiddet hareketlerine prim vermemek ve onlarla mücadele noktasında barışın diğer muhatabıyla bir işbirliğine gitmektir. Üçüncü radikal adım ise PKK’nın ürettiği siyasal meşruiyetten vazgeçmek ve bunun yerine yeni siyasal meşruiyet kaynakları bulmak olacaktır. Son olarak ise Avrupa’da yaşayan PKK’nın hem para hem de lobi kaynağı olan kitlenin neredeyse varlıklarının anlamı haline gelen PKK temelindeki mücadeleyi bir tarafa bırakmaları olacaktır.
Kendisini Türk olarak tanımlayan geniş kamuoyuna gelince onları da radikal adımlar beklemektedir. İlk ve en zorlusu PKK ile yapılan savaşta hayatlarını kaybeden askerlerin yakınları ve kimliklerinin kurucu unsurlarından birisini vatan uğruna ölmenin kutsallığının oluşturduğu kalabalık bir kitle barışı ve yeni insanların ölmemesini öncelikli görmek zorundadır. Radikal bir adımdır ama bu adım atılmadan da bir barışın mümkün olmayacağı ve yeni ölümlerin devam edeceği bir vakıadır. İkincisi siyasal partiler siyaseten kullanışlı bir aracı diğer partilerle girdikleri iktidar yarışına devşirmekten vazgeçmek yönünde adım atmalıdırlar. Milliyetçiliğin kullanışlı olmaktan çıkacağı bir ortamda özellikle bu ideoloji üzerine varlığını inşa eden siyasal partiler kendilerini yeni bir dil üzerinden restore etmekle sorumludurlar. Bugüne kadar eğitimden gündelik hayatlarına kadar birçok alanda kendilerine milliyetçi kodların aşılandığı vatandaşlar da, bunun bir ideoloji olduğunu ve eşit temelde bir arada yaşama düşüncesiyle değiştirilmesi gerektiğini kabullenmek zorundadırlar.
Fakat asıl radikallik siyaseten erki elinde bulunduran meclisin atacağı adımlardadır. Şayet Kürt meselesi bir hak meselesi ise her şeyden önce Kürt olmanın tek değil ama en önemli göstergesi olan Kürtçe konuşmanın önündeki engeller kaldırılmalıdır. İkincisi Kürt olmaktan dolayı kamusal alanda muhatap olunan ayrımcı davranışlar cezalandırılmalı ve bunların üzerine kararlılıkla gidilmelidir. Kürtçe eğitim hakkı tedrici ve parçalı bir süreçten geçilerek değil radikal bir adımla çözümlenmelidir. Çeşitli gerekçelerle ve önemlisi Kürt siyasal ve kültürel hakları için mücadele ettiği gerekçesiyle hapse atılan isimlere yönelik kapsamlı bir af çıkarılmalıdır. Son olarak Kürt bilincin hassas olduğu ve kendi kimliğinin kurucu parçası olarak gördüğü isimlerin koşullarında bir esnekliğe gidilmelidir.
Bütün bu radikal adımların istenilen sonucu vermesi çok önemli bir koşula bağlıdır ki, o da bu radikal adımların bir arada atılmış olmalarıdır. Şayet bütün bu adımlardan birinde sorun çıkarsa sürecin geri kalanına ciddi ölçüde zarar verecektir ve süreci daha zorlu bir seyir izlemek zorunda bırakacaktır. Üstelik süreç kendisinden hoşnut olmayanların ayak diremelerine de muhatap olacağından sürecin bütün muhatapları bu şekilde baltalanması karşısında radikal adımlarından ödün vermemek zorundadırlar.
Yrd. Doç. Dr. Ali Balcı
Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi