Takvim yaprakları 1986 yılını gösterirken, 33 yaşında genç bir teknik direktör olarak başladığı kariyerinde 27. senesinin heyecanını yaşıyor Yılmaz Vural...
Kuşkusuz Türk futbolunun her daim en renkli simalarından biridir o. Artık öyle bir izlenim oluştu ki; hangi takımın başı sıkışsa, hangi takım düşme potasına girse, önce onun kapısını çalıyor “Gel beni kurtar” diye... İşte o Yılmaz hoca, aynı zamanda tam 668 maç ile dünyanın en çok resmi müsabakaya çıkan 34. teknik adamı. Türkiye’de ise bu konuda ‘1 numara’ kendisi... Ancak ülke futbolu konusunda biraz dertli, biraz da sinirli. Her cümlesi ayrı bir keyif, ayrı bir heyecan kokan, içinde birçok eleştiri ve mesaj bulunan bir röportaja hazır mısınız? Lafı fazla uzatmadan sözü Yılmaz Hoca’ya bırakalım o zaman...
"Yılmaz Vural\'dan İnciler"
*Bir Fenerbahçe maçının ardından ertesi gün kulübe kahve içmeye gittim diye başıma iş alıyordum. Arkadaşların seni kahve içmeye çağırmış, gidersin. Niye gitmeyeyim? Fenerbahçe benim düşmanım mı?
*Ben Sakaryasporlu’yum. 91 yaşında babam var, Sakarya kaybetti mi hala birlikte ağlarız.
*Bana diyorlar ki artık bırak. Niye diyorum, “Gençlerin önünü aç” diyorlar. Gençler başarılı olup kendi önünü açsınlar
*Unutamadığım maç, Bursa’nın başındayken Türkiye Kupası Finali’nde Trabzon’a 5-1 kaybettiğimiz rövanş maçıdır. İlk maçı 3-0 kazanmıştık. Dönüşte taraftar uçağı sallıyordu. O dönem başkan bana, “Kazansaydık kesin Fenerbahçe’deydin” demişti
*Trabzon’dan neden gönderildim hala bilmiyorum. Hikmet Onur diye bir yöneticiyle tartıştım, “Ya sen git ya ben” dedim. Herhalde bundan yolladılar!
"Ayağı Topa Değen 500 Bin Lira Alıyor"
Yerli ile yabancı oyuncu arasındaki fark; paradır para... Ben Danimarka Milli Takımı’ndan bir oyuncuyu çok cüzi bir rakama getirebiliyorum ama Kartalspor’un bir oyuncusuna talip olunca benden 500 bin lira kulübü, 500 bin lira da futbolcu istiyor. Ya Allah aşkına, bu çocuk 500 bin lira bonservis için daha ne yaptı, o futbolcu 500 bin almak için ne oynadı? Türkiye’de ayağını topa değdiren 500 bin alıyor. O paralar nerden geliyor? Ondan sonra da biz mecburen genç oyuncular yerine 30 yaşına gelip serbest kalan futbolcuları alıyoruz.
"Türk Hocalarda Kalite Eksik"
Mesele; yerli, yabancı hoca meselesi değil. Federasyon bugüne kadar yerli hocaları iyi eğitemedi. Profesyonel futbolu yönetecek adamın donanımlı olması lazım. Biz Türk antrenör olsun diye yıllardan beri çığırtkanlık yapıyoruz ama işin ardında yatan gerçek, Türk antrenörü profesyonel futbolu yönetecek kalitede değil. Buna rağmen yine de Türk hoca diyoruz. Çünkü yabancının gelip Türkiye’de başarılı olması mümkün değil. Dili bilmiyor, ülkeyi bilmiyor. İyisi bile gelse geri dönmek durumunda kalıyor. Löw, Aragones, Del Bosque, Hiddink örnekleri var. Adamlar dünya kupalarında harikalar yarattılar ama buradan kısa sürede geri dönmek zorunda kaldılar.
"Ehliyet Bile Alamazlar"
İnsanlar yurt dışında yapılanı küçümsüyor. Gitsin bakayım birisi yurt dışına şöför ehliyeti alsın göreyim. Gitsin birisi Almanya’da Türk olarak antrenörlük kursuna da göreyim, burnunu sokabiliyor mu kapıdan içeri? Ben bunu başarmışım. Ve sonra gelip ülkeme hizmet etmek için aynı heyecanla çalışıyorum. Kafasını döndürüp kimse bakmıyor. Sinirim bozuluyor bazen, o zaman da konuşuyorum.
"Başbakan\'ın Müdehalesi Lazım"
Yıllardan beri bir gruba hizmet ediyoruz. Bu grup kendi ticari ve siyasi çıkarları adına, hiç sportif çalışma yapmadı. Dolayısıyla bu sistemin değişmesi için Başbakan’ın duruma el koyması lazım. Abdullah Avcı ile sohbet ettik geçenlerde. “Milli takımın U-19 ve 21 seçmeleri için 20 tane yurt dışından oyuncu davet ettik, 220 tane de Türkiye’den. O 20 kişiden de 5 kişiyi aldık, 220 kişiden de” dedi. Avcı’nın Başbakan’a vermek üzere futbolun geleceği ile ilgili program hazırladığını biliyorum. Başbakanımız da bu programı değerlendirirse bu iş değişir.
"Federasyon Kulüplerin Kucağında"
Türkiye’de kulüpleşme almış başını gitmiş. Federasyon çaresiz. Delegasyon sistemi farklı. Kulüplerin kucağında federasyon. Kafaları bozulduğunda, istedikleri anda, yönetime ve başkana, “Hoop dur, seni yollarız haa” diyorlar. Mali genel kurulda bir seçim kararı aldıklarında, bir sene içinde de indirirler. Böyle bir sistemde federasyonlar çalışamıyor. Ve bunu da kimse değiştirme niyetinde değil. Bunu ancak değiştirirse başbakan değiştirebilir.
"Anket Yapılsın Halk Beni Seçer"
Elazığspor en kötü durumdayken bile 21 yaşında Serdar diye bir çocuğu ortaya çıkarabiliyorum. Türkiye’nin tüm coğrafyasında çalışan, tüm futbol yapısını bilen biri olarak, hala bu ülke demiyor ki bana, gel sen bu işi yap. Bu konuda anket yapsınlar, seçici halk olsun. Halkın kimi seçtiğini göreceğiz... Ama seçici maalesef medya ya da siyasetçi, o, bu, şu olunca sizin şansınız olmuyor. Çünkü ben futbol adamıyım. Ben kendi başına özgür kalmayı yeğlemiş ve kendi yaptıklarıyla ortaya çıkan bir vatandaşım.
"Milli Takım Hocasını Başkaları Belirliyor"
Milli takım başka bir yer. Orada çok önemli bir siyaset var. Orada seçiciler, federasyonun ötesinde başkaları oluyor. Genelde onların tavsiyeleri yerine geliyor. Abdullah Avcı’yı çok seviyorum, başarısı için duacıyız ama... Biz kendimizi bu yeterlilikte hep gördük. 60 yaşındayım şimdi. Peki ben ne zaman çalışacağım burada? 27 sene Türk futboluna hizmet etmişim. Onlarca yıldız çıkarmışım. Hakan Şükür’ü basketbol oynarken ortaya çıkardım.
"Takla Atmadım Düştüm"
Ben hiçbir zaman takla atmadım. Yere düştüm. Heyecanlı olunca düşüyorsunuz bazen. Ben futbolun hep gülen tarafında oldum. Bunun bir oyun olduğunu, maç bitene kadar insanların sahada rakip olduğunu ama bittiği andan itibaren yine arkadaş olduğunu göstermeye çalışmışımdır.
"Bazen Abartıyorum"
Biri Avrupa’nın en önemlilerinden olmak üzere iki üniversiteyi sıfırdan bitirdim. Avrupa’nın en önemli antrenörlük kurslarını da orada yaptım. Ancak eğitimin Türkiye’de ne kadar para ettiği ortada. Eğitim beni futbolun bir köşesine soktu, hiç üste taşımadı. Dolayısıyla hep isyan ettim, beni şu takımın başına getirin bu kadar şampiyon yaparım diye. Ancak böyle güncel olabildim. Böyle çarpıcı söylemler sizi bir yere getirebiliyor.
"Beni Ülkem Bir Yerlere Getirmedi"
Ben yabancı ülkede yetiştim. Benim girdiğim kurstan 2 kişi antrenör oldu. Birisi Klaus Augenthaler, biri de ben... Antrenör olmak öyle kolay değil. İşin bir eğitim boyutu var, bir de insani boyutu var. Ben yıllarca Daum örneğini verip isyan ettim şimdi konuşmuyor benle. Adamı ülkesi ordan buraya getirebiliyor, ama bizim ülkemiz beni bir yere getirmedi, getirmek için de çaba göstermedi.
"Biz \'Büyük Takım\' Çocuğu Değiliz"
Bu lig hep bana bir iş verdi. Verme gerekçesi de hem futbolcu hem de taraftarın beni başarılı bulmasıydı. Türkiye’nin neresine gitsem sevildim. Biz de hep büyük takımlara gelelim istedik ama bir baktım ki bu görevlere hep o camialardan yetişen, hep o takımın imparatoru olmuş kendi çocukları geliyor. Biz onların çocuğu değiliz maalesef. Bizi kendi çocukları gibi görmediler. Türkiye’de başarılı hocalar belli. Çünkü başarı hep şampiyonluk olduğu için, hiç küme düşürmeyen hocayı kimse başarılı oldu sınıfına sokmuyor. Böyle bir hoca hiç yılın hocası seçilmedi yani.
"Gündemde Kalanlar Belli"
Ama hep birinci düşünüldüğü için, o birinci de hep kim oldu? Büyük takımların başına gelmiş Türk hocalar oldu... Fatih (Terim) oldu, Mustafa (Denizli) oldu... Dolayısıyla onlar hep gündemde kaldı. Gelsinler bakalım, bu konumlarda bizim takımlarda çalışsınlar, aynı şeyi yaparlar mı? O zaman yer değişin, siz onların durumunda olabilirdiniz. Yani onların da hayat şansı veya ilişkileri kullanması ya da o camialarda futbol oynamış olmaları falan filan...
Habertürk Spor Erhan Telli