Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 190. basın açıklamasını gerçekleştirdi.
İslam coğrafyasındaki ayrışmaların gözle görülür olduğu bu dönemde kendilerini müslüman olarak tanımlayan işbirlikçi liderler gün geçtikçe saflarını belirlediği belirtilen açıklamada; Orta Doğu'nun liderleri bunlara örnek olarak gösterildi. Mısır hükümetinin müslümanlara yönelik işkencelerine dikkat çekildi, hak ile batıl arasındaki bu ayrışmayı müslümanların iyi değerlindirmesi gerektiğininin altı çizilirken her dinamiğin bir başka dinamiği tetikleyeceğinden yola çıkarak müslümanların sayılarının az olsada nitelik olarak çok daha güçlendiğini ve birbirine kenetlenmesi gerektiğine dikkat çekildi.
"Bu ayrışma ülkemizdede görüldüğü üzere başörtülü bayanların otorite olarak allahı görmeleri kendilerine otorite olarak allahı görmeyenleri rahatsız etmektedir. herkes bilmelidirki başörtüsü vazgeçilmezimizdir bu hakkımız bizim olayan söylemlerle ve dilenerek değil direnerek bu hakkımızı alacağız" denilerek basın açıklaması sonlandırıldı basın açıklamasında "İşbirlikçi hainler hesap verecek","Direne direne kazanacağız",slongaları atıldı ve "Yasakçılar yenilecek direnenler kazanacak","Yaşasın başörtüsü direnişimiz","Başörtüsü islamın emri müslüman kadının kimliğidir" pankartları açıldı.
Basın açıklamasının tam metni:
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 190. Basın Açıklaması
MÜCADELEMİZİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN; SAFLARIMIZI NETLEŞTİRMELİYİZ
Son zamanlarda, İslam coğrafyalarında gözle görülür birtakım ayrışmaların yaşandığına şahit oluyoruz. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan; fakat yeri geldiğinde zalimlere her türlü desteği sağlamaktan geri kalmayan işbirlikçi yöneticiler, gün geçtikçe saflarını daha da belirginleştiriyorlar.
Bugün, Mısır ve Suudi Arabistan’ın Ortadoğu üzerinden kendilerine biçtikleri roller, aslında bu ayrışmanın bir tezahürüdür. Geçmişte, daha sinsi bir şekilde gerçekleştirilen bir takım planlar, artık açıktan açığa deklare ediliyor. Biz, Mısır rejimini, bu yılın başında Gazze’ye sokulmaya çalışılan yardım malzemelerini engellerken tanımıştık. Şu anda hala devam eden bu engellemeler için, o zaman birtakım mazeretler uydurulmuş ve Mısır rejiminin, “Amerika ve İsrail’in kuklası” olduğu gerçeği örtbas edilmeye çalışılmıştı. Fakat, Mısır rejiminin aynı tutumunun, bugün daha da netleştiğini görüyoruz.
Son günlerde, internet sitelerinde Mısır rejimi tarafından Müslümanlara yapılan işkence fotoğrafları yayımlandı. “Hizbullah ajanı” sıfatıyla tutuklanan Müslümanlar, ağır işkencelere maruz bırakılarak, Müslümanlarla dayanışma girişiminde bulunanlara bir çeşit gözdağı verilmeye çalışıldı. Yine, Mısır’da faaliyet gösteren “İhvan-ı Müslimin” Hareketi mensupları, Gazze ile dayanışma protestolarına katıldıkları ve Gazze’ye yardım ulaştırma çabaları gerekçesiyle tutuklanarak, korkunç işkencelere maruz bırakıldılar. Bugün, hala on binlerce Müslüman, sadece İslam’ın gereği olarak, açıktan tebliğde bulundukları ve mazlumlarla dayanışma sergiledikleri için Mısır Hapishaneleri’nde tutuklu bulunuyor. Aslında bu da, Mısır rejiminin, Amerika ve İsrail karşısındaki “kukla olma” misyonunu, artık daha açık bir şekilde yerine getirdiğinin bir göstergesidir.
Maalesef, aynı ihanetin bir başka versiyonunu, İslam’ın ilk filizlendiği topraklarda, Suudi Arabistan’da görüyoruz. Peygamberimizin, kutlu doğumunu idrak ettiğimiz şu günlerde, ne acıdır ki, aynı zamanda Suud rejiminin ihanetlerine sadece seyirci oluyoruz. Suud rejimi, Ortadoğu’da filizlenen direniş ruhunu bastırmak ve ılımlı Müslüman tiplemesini beyinlere kazımak amacıyla, her türlü girişimde bulunarak, Amerika’nın medarı iftiharı olduğunu bir kez daha kanıtlamış bulunuyor.
Tüm bu olaylara daha geniş çerçeveden baktığımızda, geçmişte İslami uyanışı engellemek için sinsice gerçekleştirilen planların, artık açıktan açığa gerçekleştiğini ve hakk ile batıl arasındaki ayrışmanın her geçen gün daha da netleştiğini görüyoruz. Bu süreç, Müslümanlar tarafından doğru bir şekilde değerlendirilmeyi bekleyen bir fırsat olarak önümüzde duruyor. Çünkü, yaşadığımız çağda, her dinamiğin bir başka dinamiği tetiklediği gerçeğinden yola çıkarsak; artık hakkın savunucularının sayı olarak belki daha azaldığını; fakat çok daha güçlendiğini, birbirine daha fazla kenetlendiğini fark edeceğiz.
Bugün bu ayrışmanın, ülkemizde de karşılık bulduğunu görüyoruz. Eskiden, dini değerlere sözüm ona daha saygılı olan bir takım çevreler, medya organları, son zamanlarda her türlü değerimize açıktan cephe alarak, saflarını netleştiriyorlar.
Kimi zaman okulda namaz kıldığı gerekçesiyle haber bültenlerinde ilk haber olarak verilen öğrenciler, kimi zaman hutbelerinde Gazze ile dayanışma çağrısında bulunduğu gerekçesiyle topa tutulan cami imamları, kimi zaman ise küçük yaşta başörtüsü taktıkları gerekçesiyle hedef gösterilen çocuklar… Tüm bunlar, İslam karşıtlığının, artık daha açıktan ve daha net bir şekilde ifade edildiğinin bir kanıtıdır.
Toplumumuzda, fesat ve ahlaksızlık sınır tanımaz bir hal almış iken, birileri hala, bu toplumun kurtuluş reçetesi olan İslam’a karşı düşmanlıklarından vazgeçmiyorlar. Vazgeçmeyecekler de…
Onlar için, başörtülü bir bayan, Allah’ı otorite görmesi dolayısıyla, her türlü fesadın, haksızlığın karşısında duran, ahlaksızlığa savaş açmış ‘zararlı’ bir bireydir. Bu zihniyete sahip kimseler, huzuru ve adaleti asla sevmezler… Adaletin temsilcilerini ise hiç sevmezler… Çünkü, adaletin temsilcileri, kendi kendilerine hükümranlık rolü biçen bu kimseleri rahatsız etmektedirler.
Bizler, saflardaki bu ayrışmalara daha da sevinmeliyiz. Çünkü, bizden değil dediğimiz kimselerin bizi temsil etmelerini açıklamanın zorluklarını çekmekten kurtulacağız demektir. O halde şunu bir kez daha haykırmalıyız: “Biz Hakkın taraftarları, adaletin savunucularız. Ve bu ülkede, bizim değerlerimizi çiğnemek isteyen, bizim haklarımızı elimizden almak isteyen herkesin karşısında dik bir şekilde duracağız. Asla dilencilik yapmayacağız… Biz, arkamızı Hakka dayadık ve ondan başka otorite ve yardım mercii tanımayız”.
Herkes bilmelidir ki, başörtüsü bizim vazgeçilmezimizdir. Biz, bu hakkımızı asla bizim olmayan söylemler üzerinden tanımlamıyoruz. Başörtüsü Rabbimizin bir emridir ve biz, tüm mücadelemizi, bu düşünce üzerinden pratiğe aktarma derdindeyiz.
O halde gelin, her zaman haykırdığımız sloganımızı bir kez daha yüksek sesle haykıralım: “DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ”…